1917 Sovyet Devrimi’nin önderlerinden Troçki, Stalin’in emriyle 1940’ta Meksika’da Ramón Mercader adında bir İspanyol komünist tarafından öldürülmüştü. Jorge Semprun’un 1960’ların sonlarında yayınlanan Ramón Mercader’in İkinci Ölümü adlı romanındaki kahramanın da aynı adı taşıması, kuşkusuz, bir rastlantı değil. Can Yayınları okurlarının yakından tanıdıkları Semprun, böylesi bir isim ikizliğinden ve bir casusluk öyküsünden yola çıkarak komünist hareketin yakın tarihiyle bir hesaplaşmaya girişiyor. Ama tüm Semprun romanları gibi Ramón Mercader de, belleğin dolambaçlarında gidip gelen çok katmanlı bir roman. Bu yönüyle, alışılmış casusluk edebiyatına apayrı bir boyut getiriyor. Bu romanı okurken, hem sosyalizmin çöküş nedenlerinin ipuçlarını yakalayabilir, hem de soluk kesici bir casusluk öyküsünün tadını çıkarabilirsiniz.
Epeyce kalabalık bir casusluk romanı. İspanyol, Sovyet, Amerikalı ve Doğu Alman ajanlar birbirlerinin peşinde. Semprun tüm karakterlerini bize yakından tanıtıyor. Eşlerini, özel yaşamlarını, hayata bakış açılarını öğreniyoruz. Amsterdam, Mardin, Zürih, Prag, Moskova ve Meksika, İspanyol Meyaheneleri, barlar, resim müzeleri, nehirler, parklar, havaalanları, oteller, tarihi evler romanın mekanlarının bazıları.
Hikaye ve yan hikayeler sarmal halinde gelişiyor ve birbirinden bağımsız görünenler dahi ana olaya eklemleniyor.
1966 yılı ve hemen öncesinin siyasi hareketleri ve kimi olaylarının işlendiği roman yine Semprun’un zenginliğine sahip.
Hareketli bir kitap ancak ilk birkaç sayfa durgun, çünkü Vermmeer’in bir tablosunu seyreden bir adamın izlenimleriyle başlıyor roman.
Ben Semprun’un romanlarını çok severek okuyorum ve bu roman da benim için onlardan biri.
Kitap Yorumları - (2 Yorum)
Güzel bir roman biraz sabır gerektiriyor okumak. Sonunda da pişman olmayacağınız süprizlerle dolu bir roaman.
Epeyce kalabalık bir casusluk romanı. İspanyol, Sovyet, Amerikalı ve Doğu Alman ajanlar birbirlerinin peşinde. Semprun tüm karakterlerini bize yakından tanıtıyor. Eşlerini, özel yaşamlarını, hayata bakış açılarını öğreniyoruz. Amsterdam, Mardin, Zürih, Prag, Moskova ve Meksika, İspanyol Meyaheneleri, barlar, resim müzeleri, nehirler, parklar, havaalanları, oteller, tarihi evler romanın mekanlarının bazıları.
Hikaye ve yan hikayeler sarmal halinde gelişiyor ve birbirinden bağımsız görünenler dahi ana olaya eklemleniyor.
1966 yılı ve hemen öncesinin siyasi hareketleri ve kimi olaylarının işlendiği roman yine Semprun’un zenginliğine sahip.
Hareketli bir kitap ancak ilk birkaç sayfa durgun, çünkü Vermmeer’in bir tablosunu seyreden bir adamın izlenimleriyle başlıyor roman.
Ben Semprun’un romanlarını çok severek okuyorum ve bu roman da benim için onlardan biri.