Işığın Gölgesi, insanî duyarlılıklardan soyutlanarak kaba nesnelliğin kalın çizgileriyle anlatılan bir dönemin romanı.Işığın Gölgesi, çünkü her ışık gölgesiyle gelir; aydınlattığı kadar gölgeler, saklar, gözden uzaklaştırır. Karanlıkta kalan sahihlik duygusu zedelenmiş bir tarihin soluğudur.Işığın Gölgesi, geçmişin kavramlara dönüştürülmüş insansız hikâyesine bir karşı çıkış, yaşananın içindeki "ayrıntı" diye bir kenara itileni gün yüzüne, gölgedekini ışığa çıkartma, hayata ait olanı yine hayata geri verme girişimidir.Işığın Gölgesi, ancak yaşayanların hafızasına, yani unutuşa terkedilen, yani ancak yıllar sonra hüzünlü bir gülümseyişde hatıraların solgun yansımalarının yakalandığı dostlukların, acıların, öfkelerin, korkuların bu çılgın ve sonsuz zamanın içinden çekilip alınmasıdır.
doğada üç ana renk vardır mavi kırmızı ve sarı bostancı bundan dolayımı öyle yapmış bilmiyorum amma kitabında birbiriyle çatışan ideolojik kamplar olan maviler ve kırmızıların kör ideolojik kavgalarla birbirlerinden farksızlaşmalarını sonra sarıların gelip tümünü darmadağın edişinin hikayesi ister ışıktan olsun isterse karanlıktan dolayı olsun körlüğün her zaman aynı neticeyi doğurduğunu anlatıyor sonderece derinlikli bir çalışma 80 öncesine yönelik ince tesbitler ve sosyal olayların bir tek başına bir insan için neler ifade edebileceğine dair nüfuz eden bir anlatım çok iyi bir roman okunmaya değer.
İletişim alanındaki akademisyenliği yanında “edebiyat adamı” olarak da anmamız gereken M. Naci Bostancı’nın “12 Eylül’ün gri günleri” dönemine tanıklık adına öneme alınması gereken bir eseri… Özellikle benim gibi o yılların Ankara’sında Cebeci-Dikimevi-Dörtyol kaldırımlarında topuk aşındıranlar ; Site öğrenci yurdunun pasaklı kantininde karbonatlı çaylarını yudumlamış olanlar; psikopat “gençlik liderleri”nin karşısında tekmil verenler için acı verici anıları canlandıracak sahnelerle dolu bu kitabı yitirilmiş gençlik günlerini arayan ve ancak “asla bulamayacak olan” bir nesle mensub olanlar mutlaka okumalı. Ülkücü hareketin “alacakaranlık kuşağı” hakkında en ciddi tanıklıklardan birisi olan bu eserin ; bir anlamda devamı niteliğindeki roman (Hayatın Kıyısına Düşen, Alternatif Yayınları) ile birlikte okunmasını öneririm. Yazarın yakından tanık olduğu örnekler bağlamında ülkücü hareket içerisinde 1978’lerden itibaren popüler olan ” mistifikasyon” konusunu da işleyeceği yeni bir romanı okuduğumuzda zihnimizde hemen hemen eksiksiz bir “ülkücü hareket profili” ortaya çıkmış olacaktır.
M.Naci Bostancı 12 Eylül öncesinde Ülkücü cenahta yer alan bir isim. Kitabında şahısları maviciler ve kırmızıcılar şeklinde sembolleştirdiği tanıdık bir hikâyeyi anlatıyor. Kitabın oldukça iyi olduğunu söyleyebilirim çünkü Sayın Bostancı ülkemizde solun pek yapmadığı bir şeyi yapmış. Aslında her iki grubunda benzer hisler taşıdığını, benzer korkulara, nefretlere, benzer maceralara sahip olduğunu ifade ediyor ve empati kurmayı başarabiliyor. Öyle ki zaman zaman mavicilerin aslında kırmızıcılar olduğu hissine bile kapılabiliyorsunuz! Neticede M.Naci Bostancı bu romanında insani bir damar yakalamış görünüyor.
Kitap Yorumları - (3 Yorum)
doğada üç ana renk vardır mavi kırmızı ve sarı bostancı bundan dolayımı öyle yapmış bilmiyorum amma kitabında birbiriyle çatışan ideolojik kamplar olan maviler ve kırmızıların kör ideolojik kavgalarla birbirlerinden farksızlaşmalarını sonra sarıların gelip tümünü darmadağın edişinin hikayesi ister ışıktan olsun isterse karanlıktan dolayı olsun körlüğün her zaman aynı neticeyi doğurduğunu anlatıyor sonderece derinlikli bir çalışma 80 öncesine yönelik ince tesbitler ve sosyal olayların bir tek başına bir insan için neler ifade edebileceğine dair nüfuz eden bir anlatım çok iyi bir roman okunmaya değer.
İletişim alanındaki akademisyenliği yanında “edebiyat adamı” olarak da anmamız gereken M. Naci Bostancı’nın “12 Eylül’ün gri günleri” dönemine tanıklık adına öneme alınması gereken bir eseri… Özellikle benim gibi o yılların Ankara’sında Cebeci-Dikimevi-Dörtyol kaldırımlarında topuk aşındıranlar ; Site öğrenci yurdunun pasaklı kantininde karbonatlı çaylarını yudumlamış olanlar; psikopat “gençlik liderleri”nin karşısında tekmil verenler için acı verici anıları canlandıracak sahnelerle dolu bu kitabı yitirilmiş gençlik günlerini arayan ve ancak “asla bulamayacak olan” bir nesle mensub olanlar mutlaka okumalı. Ülkücü hareketin “alacakaranlık kuşağı” hakkında en ciddi tanıklıklardan birisi olan bu eserin ; bir anlamda devamı niteliğindeki roman (Hayatın Kıyısına Düşen, Alternatif Yayınları) ile birlikte okunmasını öneririm. Yazarın yakından tanık olduğu örnekler bağlamında ülkücü hareket içerisinde 1978’lerden itibaren popüler olan ” mistifikasyon” konusunu da işleyeceği yeni bir romanı okuduğumuzda zihnimizde hemen hemen eksiksiz bir “ülkücü hareket profili” ortaya çıkmış olacaktır.
M.Naci Bostancı 12 Eylül öncesinde Ülkücü cenahta yer alan bir isim. Kitabında şahısları maviciler ve kırmızıcılar şeklinde sembolleştirdiği tanıdık bir hikâyeyi anlatıyor. Kitabın oldukça iyi olduğunu söyleyebilirim çünkü Sayın Bostancı ülkemizde solun pek yapmadığı bir şeyi yapmış. Aslında her iki grubunda benzer hisler taşıdığını, benzer korkulara, nefretlere, benzer maceralara sahip olduğunu ifade ediyor ve empati kurmayı başarabiliyor. Öyle ki zaman zaman mavicilerin aslında kırmızıcılar olduğu hissine bile kapılabiliyorsunuz! Neticede M.Naci Bostancı bu romanında insani bir damar yakalamış görünüyor.