Makedonya 20.Yüzyılın Başında Balkanlarda Tarihsel Bir Gezi
Tanıtım Bülteni
Balkanlar, jeo-stratejik konumu itibariyle tarih boyunca tüm imparatorlukların egemenlik sahası olmuştur. Bu durum, farklı etnik toplulukların, inançların ve kültürlerin yüzlerce yıl boyunca bir arada yaşadığı bir toplum yapısını doğurmuştur. Bölgenin son hâkimi Osmanlı İmparatorluğu'nun gerilemesiyle birlikte bu toplumsal yapı da bozulmaya başlamış, etnik ve dinî gruplar arasındaki çatışmalar giderek şiddetlenmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ulus temeline dayalı bağımsız devletlerin ortaya çıkması çatışmaları iyice şiddetlendirmiş, mevcut toplumsal yapıyı tümüyle bozmuştur. Makedonya: 20. Yüzyılın Başında Balkanlarda Tarihsel Bir Gezi, görünüşte bölgenin folklorunu araştırmak için gerçekleştirilen bir geziyi anlatırken, yazarının kimliğinden yola çıkarak İngiltere'nin politik şartlandırmalarını, bilgi toplama ve kışkırtma yöntemlerini, İngiltere ile Rusya arasındaki mücadeleyi de görmemizi sağlıyor. Makedonya: 20. Yüzyılın Başında Balkanlarda Tarihsel Bir Gezi, iki açıdan önemli bir kitap. İlk olarak, Balkan Savaşlarının hemen öncesinde bölgenin kültürel, dinî ve demografik yapısı hakkında dikkat çekici bilgiler veriyor. Oryantalist yaklaşım dikkate alınarak değerlendirildiğinde, kitap tarihçiler için birincil tarihi kaynak olma niteliğine sahip. Diğer yandan, folklorik araştırmaların niteliği ile ilgili önemli ipuçları da barındırıyor. Ayrıca kitap, oryantalist bakışın beslendiği emperyalist yayılmacılığın dünya üzerinde kendi egemenlik alanlarını nasıl kurduğunu gösteren somut bir örnek âdeta. Kendi tarihimiz açısından bakıldığında, kitabın Osmanlı'nın çöküş ve dağılma sürecinin, Makedonya'da doğup bu arenadaki mücadeleyi gençlik yıllarında yaşamış Atatürk ve dava arkadaşlarının kişilikleri, devrimci atılımları ve siyaset yöntemleri üzerindeki etkilerini gösterdiğini söylemek de mümkün. Cumhuriyetimizin yeni kuşaklarına doğal gelen dinamik, modern, güçlü Türkiye'nin tohumlarının böylesine bir yangın yerinin külleri içinden yeşerebilmiş olması şaşırtıcı. Bu anlamda, Makedonya: 20. Yüzyılın Başında Balkanlarda Tarihsel Bir Gezi, büyük kurtarıcımızın gerçekleştirdiği tarihsel başarının boyutlarını daha iyi kavrayıp gurur duymamızı da sağlıyor.
Yazar, George Frederick Abbott, aynen Arabistanlı Lawrance gibi tipik bir Britanya İmparatorluğu “genç aydın”ı: Cambridge diplomalı ve bu işler için özel eğitilmiş, efendim yazar, seyyah, folklor araştırmacısı, savaş muhabiri vs… Helenler hakkındaki araştırmaları ve yazıları dolayısıyla Yunanistandan nişan almış. Tabii bu küpten sızan da sürpriz değil. Şöyle ki, pagan Grek mitleriyle büyümüş ve “doğu”ya karşı peşin hükümlerle dolu bir kafayla 1900 senesinde Osmanlı Makedonyasında Rumca konuşup anlaşarak dolaşıyor. Bendeniz de aslen muhacir olduğum için ilgimi çekti. Vardar ve Karasu boylarındaki gezileri, gördüğü halk ve şehirlere dair anlatımlarını harita eşliğinde okuyunca fevkalade bilgi verici buldum. Bu vesile ile aynı yıllarda Erkanıharbiye tarafından çizilmiş, bugün Harvard Üniversitesi Kütüphanesince umuma açılmış ayrıntılı haritaları ilgili arkadaşlara hararetle tavsiye ederim (harvard.edu libraries maps Ottoman 1901 diye aratarak ulaşılabilir).Kitapta, son demlerindeki imparatorluk Türkiyesinin çok milletli, çok dinli havasını soluyor, patlamak üzere olan Balkan Savaşlarının ayak seslerini duyuyorsunuz. Hakkında çok söz söylenen Abdülhamid mutlakıyetinin nasıl her bir devlet, cemaat hatta fertle alaka kurarak takip ettiği denge siyasetini görüyorsunuz.Fakat, yazar o meş’um genellemeci oryantalist dilden kendini kurtaramamış; “İşte doğu böylerdir, efendim Türkler öyledir, Yahudiler şöyledir”… İşin aslı “doğu” diye bildiği diyarların halklarını birbirinden farklı görmüyor: Rum olmuş, Çingene olmuş, Bulgar yada İslam olmuş; aynı küçümseyici bakış.. Üslubu nüktedanlığın ötesinde pek alaycı. Bir yabancı seyyah olarak temas ettiği insanların mihmandar yahut mal-hizmet satıcısı olması mecburiyetini ıskalayarak yolculuk halinin zorluklarını gezdiği memleketin kötü koşulları sanıyor. Tabii ki pek çok şey onun laik-skolastik kalıplarına oturmadığı, antikite ve divinite kitaplarına uymadığı için tam anlayamıyor. Hülyalı bir Helenizm dumanı ile kendince gördüğü bütün aksaklıkların sorumluluğunu kolayca Osmanlı idaresine bağlaması, hatta bizzat İslam dininin kötülüğü olarak görmesi ise sevimsiz. Güya hümanist bir merhametle halka acıyor. “Bozuksa yıkılsın, hastaysa ölsün ve ölecek” diyor. Asırlarca bu devleti yıpratmak, dinini silmek için savaştıklarını kolaylıkla unutuyor. Netice: “Sizi Asyaya sürelim, biz de parsamızı toplayalım”. Öyle de olmuş. Kitabın İngiliz-Rus-Ortodoks yakınlaşması rengi 1. Harbi Umuminin fikri altyapısını işaret ediyor. Hani sonuna “Haydi silah başına! Türklerle savaşıp bu vampirlerden dünyayı kurtaracaksınız” diyen afişlerden bir eklense tuhaf durmaz.Nihayet kitabın cildi, ebadı ve mizanpajının okumayı rahatlatıcı olduğunu takdir etmek gerek.
Kitap Yorumları - (1 Yorum)
Yazar, George Frederick Abbott, aynen Arabistanlı Lawrance gibi tipik bir Britanya İmparatorluğu “genç aydın”ı: Cambridge diplomalı ve bu işler için özel eğitilmiş, efendim yazar, seyyah, folklor araştırmacısı, savaş muhabiri vs… Helenler hakkındaki araştırmaları ve yazıları dolayısıyla Yunanistandan nişan almış. Tabii bu küpten sızan da sürpriz değil. Şöyle ki, pagan Grek mitleriyle büyümüş ve “doğu”ya karşı peşin hükümlerle dolu bir kafayla 1900 senesinde Osmanlı Makedonyasında Rumca konuşup anlaşarak dolaşıyor. Bendeniz de aslen muhacir olduğum için ilgimi çekti. Vardar ve Karasu boylarındaki gezileri, gördüğü halk ve şehirlere dair anlatımlarını harita eşliğinde okuyunca fevkalade bilgi verici buldum. Bu vesile ile aynı yıllarda Erkanıharbiye tarafından çizilmiş, bugün Harvard Üniversitesi Kütüphanesince umuma açılmış ayrıntılı haritaları ilgili arkadaşlara hararetle tavsiye ederim (harvard.edu libraries maps Ottoman 1901 diye aratarak ulaşılabilir).Kitapta, son demlerindeki imparatorluk Türkiyesinin çok milletli, çok dinli havasını soluyor, patlamak üzere olan Balkan Savaşlarının ayak seslerini duyuyorsunuz. Hakkında çok söz söylenen Abdülhamid mutlakıyetinin nasıl her bir devlet, cemaat hatta fertle alaka kurarak takip ettiği denge siyasetini görüyorsunuz.Fakat, yazar o meş’um genellemeci oryantalist dilden kendini kurtaramamış; “İşte doğu böylerdir, efendim Türkler öyledir, Yahudiler şöyledir”… İşin aslı “doğu” diye bildiği diyarların halklarını birbirinden farklı görmüyor: Rum olmuş, Çingene olmuş, Bulgar yada İslam olmuş; aynı küçümseyici bakış.. Üslubu nüktedanlığın ötesinde pek alaycı. Bir yabancı seyyah olarak temas ettiği insanların mihmandar yahut mal-hizmet satıcısı olması mecburiyetini ıskalayarak yolculuk halinin zorluklarını gezdiği memleketin kötü koşulları sanıyor. Tabii ki pek çok şey onun laik-skolastik kalıplarına oturmadığı, antikite ve divinite kitaplarına uymadığı için tam anlayamıyor. Hülyalı bir Helenizm dumanı ile kendince gördüğü bütün aksaklıkların sorumluluğunu kolayca Osmanlı idaresine bağlaması, hatta bizzat İslam dininin kötülüğü olarak görmesi ise sevimsiz. Güya hümanist bir merhametle halka acıyor. “Bozuksa yıkılsın, hastaysa ölsün ve ölecek” diyor. Asırlarca bu devleti yıpratmak, dinini silmek için savaştıklarını kolaylıkla unutuyor. Netice: “Sizi Asyaya sürelim, biz de parsamızı toplayalım”. Öyle de olmuş. Kitabın İngiliz-Rus-Ortodoks yakınlaşması rengi 1. Harbi Umuminin fikri altyapısını işaret ediyor. Hani sonuna “Haydi silah başına! Türklerle savaşıp bu vampirlerden dünyayı kurtaracaksınız” diyen afişlerden bir eklense tuhaf durmaz.Nihayet kitabın cildi, ebadı ve mizanpajının okumayı rahatlatıcı olduğunu takdir etmek gerek.