Refik Erduran’ın anıları. Yahya Kemal var, Nazım Hikmet var, Kemal Tahir var. Bir sürü insan var, Refik Erduran bunların tam ortasında.
Kitabın adı neden öyle, çünkü Erduran için hayata gülmek lazım. Çok şakacı bir doğaüstü bilincin her şeyin sorumlusu olduğunu düşünüyor, bu yüzden hayata bakışı böyle. Kitabının adı da bu yüzden.
Birçok bölüm var, ben bölüm adlarını vermeyeceğim. Kıvrıklardan gidiyorum, mesela Nazım Hikmet’le daha kitaba başlar başlamaz karşılaşıyoruz. Refik Erduran, af sonrasında özgürlüğüne kavuşan Nazım Hikmet’i yurtdışına kaçıran adam. 50 yaşına gelmiş, dört hastaneden raporlu bir insanı askere almaya kalkarsan, peşine adam takarsan doğal bir şey. Bir konuşmalarında üstü kapalı olarak Sabahattin Ali’den bahsediyorlar, Nazım Hikmet’in korktuğu şey aynı akıbeti paylaşmak. Bu kaçış olayını ayrıntılarıyla anlatıyor Erduran, fikir kendisinden çıkmış mesela. Bir motorla Karadeniz’e açılıyorlar, Plekhanov adlı bir şilebe rastlıyorlar. Nazım Hikmet, “Ben Türk şairi Nazım Hikmet, ülkenizden ödül aldım!” falan diye bağırıyor. Adamlar Bükreş’le iletişim kuruyorlar, oradan Moskova’yla iletişim kuruluyor ve Nazım’ı gemiye alıyorlar. Erduran, Nazım’ın, “Gel lan sen de,” teklifini geri çeviriyor ve kaçışına yardım ettiği, çok sevdiği abisinin söylediklerini yapmak üzere memlekete dönüyor: Kitap yazmak ve film çekmek. Kaçışın planlanışı, aksilikler, her şey mevcut.
Yahya Kemal’e geldik. Şimdi Yahya Kemal, bir medeniyetin aynası olarak görülür. İstanbul onun için tarihiyle, Çamlıca, Üsküdar, Eyüp gibi semtleriyle bir rüya şehirdir. Kendisinin İstiklâl Harbi Yazıları da oldukça önemlidir, faydalıdır. İstanbul’u kendi estetiğiyle yoğurmuş bir sanat adamı ve Tanpınar gibi adamların da hocası. Ders zamanlarında İstanbul’u gezerlermiş, şiirler okurlarmış, bir sürü sanatsal şey. Demek istediğim, tam kültür bombası bir abimiz. Bir de öbür taraf var ama; Yahya Kemal nasıl bir insandır? Mesela önü alınamaz, çirkinliğe varan boyutlarda bir yemek yeme arzusu olduğundan bahsedilir, bu yüzden de dönemin meşhur karikatürlerinde şişko, çok şişko, en şişko olarak çizilir. Yakup Kadri’yle miydi neydi, düello edecek noktaya gelmiş bir hiç yüzünden, takıntılı bir insanmış. Bir de Nazım Hikmet’in annesiyle olan mevzular var. Galata Köprüsü’ydü galiba, annesi Nazım’ın özgürlüğü için çalışıyor, boynuna bir tabela asmış, protesto ediyor yaşananları. Yahya Kemal, bir zamanlar aşık olduğu bu kadını görünce başını çevirip yoluna devam ediyor. Böyle şeyler var, hoş olup olmadığı insanın kendisine kalmış bir şey. Tanpınar hayranı bir hocamız, bir derste, “Günlüklerini okuduğum zaman çok şaşırdım ve üzüldüm, bu benim bildiğim Tanpınar olamazdı,” dedi. Ne bekliyordun ki diyecektim, diyemedim. İdeal bir karakter yaratıyoruz sevdiğimiz yazarlar için ama öyle olmuyor. Sanatla kişiliğin keskin çizgilerle ayrıldığı insanlar var. Tabii bunun yanında sanatı kişiliğe kurban etmemek de gerekiyor. Ben Yahya Kemal’in şiirlerini severim, yarattığı estetizme büyük saygı duyarım ama bana bir yamuk yapsa kedi gibi bir insan olmama rağmen tokatlardım gibime geliyor, tokatlardım ve dönüp arkama bakmazdım bile. Göbeğine kafayı çakardım, bir de döner tekme. İki seksen.
Neyse, Erduran çocukken evlerine Yahya Kemal ve arkadaşları geliyormuş, sofrada şiirler, şarkılar, yemekler, gırla.
Ertem Eğilmez’le kurulan yayınevi, Kemal Tahir’in bazı cozurtmaları, Yaşar Kemal’e yapılan haksızlıklar, bir sürü şey. Ekleyeyim; Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini ilk okuyan ve basan, bir anlamda Yaşar Kemal’i edebiyata kazandıran insan Erduran’dır dersek abartmış olmayız.
Anılar her zaman çeker insanı, çünkü ne olduğunu, nelerin yaşandığını gerçekten bilmek isteriz. Erduran’ın anıları bu açıdan kaçmamalı.
Kitap Yorumları - (1 Yorum)
Refik Erduran’ın anıları. Yahya Kemal var, Nazım Hikmet var, Kemal Tahir var. Bir sürü insan var, Refik Erduran bunların tam ortasında.
Kitabın adı neden öyle, çünkü Erduran için hayata gülmek lazım. Çok şakacı bir doğaüstü bilincin her şeyin sorumlusu olduğunu düşünüyor, bu yüzden hayata bakışı böyle. Kitabının adı da bu yüzden.
Birçok bölüm var, ben bölüm adlarını vermeyeceğim. Kıvrıklardan gidiyorum, mesela Nazım Hikmet’le daha kitaba başlar başlamaz karşılaşıyoruz. Refik Erduran, af sonrasında özgürlüğüne kavuşan Nazım Hikmet’i yurtdışına kaçıran adam. 50 yaşına gelmiş, dört hastaneden raporlu bir insanı askere almaya kalkarsan, peşine adam takarsan doğal bir şey. Bir konuşmalarında üstü kapalı olarak Sabahattin Ali’den bahsediyorlar, Nazım Hikmet’in korktuğu şey aynı akıbeti paylaşmak. Bu kaçış olayını ayrıntılarıyla anlatıyor Erduran, fikir kendisinden çıkmış mesela. Bir motorla Karadeniz’e açılıyorlar, Plekhanov adlı bir şilebe rastlıyorlar. Nazım Hikmet, “Ben Türk şairi Nazım Hikmet, ülkenizden ödül aldım!” falan diye bağırıyor. Adamlar Bükreş’le iletişim kuruyorlar, oradan Moskova’yla iletişim kuruluyor ve Nazım’ı gemiye alıyorlar. Erduran, Nazım’ın, “Gel lan sen de,” teklifini geri çeviriyor ve kaçışına yardım ettiği, çok sevdiği abisinin söylediklerini yapmak üzere memlekete dönüyor: Kitap yazmak ve film çekmek. Kaçışın planlanışı, aksilikler, her şey mevcut.
Yahya Kemal’e geldik. Şimdi Yahya Kemal, bir medeniyetin aynası olarak görülür. İstanbul onun için tarihiyle, Çamlıca, Üsküdar, Eyüp gibi semtleriyle bir rüya şehirdir. Kendisinin İstiklâl Harbi Yazıları da oldukça önemlidir, faydalıdır. İstanbul’u kendi estetiğiyle yoğurmuş bir sanat adamı ve Tanpınar gibi adamların da hocası. Ders zamanlarında İstanbul’u gezerlermiş, şiirler okurlarmış, bir sürü sanatsal şey. Demek istediğim, tam kültür bombası bir abimiz. Bir de öbür taraf var ama; Yahya Kemal nasıl bir insandır? Mesela önü alınamaz, çirkinliğe varan boyutlarda bir yemek yeme arzusu olduğundan bahsedilir, bu yüzden de dönemin meşhur karikatürlerinde şişko, çok şişko, en şişko olarak çizilir. Yakup Kadri’yle miydi neydi, düello edecek noktaya gelmiş bir hiç yüzünden, takıntılı bir insanmış. Bir de Nazım Hikmet’in annesiyle olan mevzular var. Galata Köprüsü’ydü galiba, annesi Nazım’ın özgürlüğü için çalışıyor, boynuna bir tabela asmış, protesto ediyor yaşananları. Yahya Kemal, bir zamanlar aşık olduğu bu kadını görünce başını çevirip yoluna devam ediyor. Böyle şeyler var, hoş olup olmadığı insanın kendisine kalmış bir şey. Tanpınar hayranı bir hocamız, bir derste, “Günlüklerini okuduğum zaman çok şaşırdım ve üzüldüm, bu benim bildiğim Tanpınar olamazdı,” dedi. Ne bekliyordun ki diyecektim, diyemedim. İdeal bir karakter yaratıyoruz sevdiğimiz yazarlar için ama öyle olmuyor. Sanatla kişiliğin keskin çizgilerle ayrıldığı insanlar var. Tabii bunun yanında sanatı kişiliğe kurban etmemek de gerekiyor. Ben Yahya Kemal’in şiirlerini severim, yarattığı estetizme büyük saygı duyarım ama bana bir yamuk yapsa kedi gibi bir insan olmama rağmen tokatlardım gibime geliyor, tokatlardım ve dönüp arkama bakmazdım bile. Göbeğine kafayı çakardım, bir de döner tekme. İki seksen.
Neyse, Erduran çocukken evlerine Yahya Kemal ve arkadaşları geliyormuş, sofrada şiirler, şarkılar, yemekler, gırla.
Ertem Eğilmez’le kurulan yayınevi, Kemal Tahir’in bazı cozurtmaları, Yaşar Kemal’e yapılan haksızlıklar, bir sürü şey. Ekleyeyim; Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini ilk okuyan ve basan, bir anlamda Yaşar Kemal’i edebiyata kazandıran insan Erduran’dır dersek abartmış olmayız.
Anılar her zaman çeker insanı, çünkü ne olduğunu, nelerin yaşandığını gerçekten bilmek isteriz. Erduran’ın anıları bu açıdan kaçmamalı.