Jorge Semprun, Avrupa'nın yirminci yüzyıldaki sancılarını, özellikle İkinci Dünya Savaşı'nı yaşamış bir yazar. Gerek doğum yeri olan İspanya'da, gerek sürgün gittiği Fransa'da hem Nazi dehşetini tanıdı, hem de ona karşı savaştı. Semprun'un bugüne kadar imza attığı edebiyat yapıtlarında da, film senaryolarında da bu anıların izleri vardır. Beyaz Dağ'da da, kahramanların ağzından konuşan gene Semprun konuşuyor. Romanda, yazar Juan Larrea, ressam Antoine de Stermaria ve yönetmen Karel Kepela, 1982 yılında Normandiya'daki bir evde bir araya gelirler. Rastlantıların da yardımcı olduğu bu buluşmada, iki de kadın vardır. Madrid'den, Venedik'ten, müzelerden, Prag'dan söz ederler; yüzyıla damgasını vuran olayların izleriyle dolu olan bu yerler, onların kişisel dramlarının da tanığıdır. Semprun, bu beş kişinin birlikte geçirdiği iki günü anlatırken, Avrupa'nın geçmişi, yirminci yüzyılda yaşanan dehşet, bunun kültürel temelleri üzerinde düşünüyor. Avrupa kimliğini kuran düşünceleri, Kafka'dan Marx'a, Musil'den Lenin'e kadar pek çok adın yer aldığı bir insanlık coğrafyasını, insanlık durumunu tartışıyor. Jorge Semprun, insanlığın tükendiği anlara tanıklık ediyor.
Avrupa’nın farklı ülkelerinden beş arkadaş, üç erkek ve iki kadın, haftasonu buluşurlar. Ressam, film yönetmeni ve yazar olan bu üç adam 1930 yıllarında doğmuşlar. Avrupa’nın çeşitli başkentlerinde ( Venedik, Zürih, Viyana, Prag …) zaman zaman buluştukları geçmiş yıllarda katıldıkları sanatsal, kültürel ve siyasal ortamlar hakkındaki ilginç ayrıntıların anlatımı okuyucuyu sürüklüyor.
Her birinin geçmişlerindeki farklı travmaların kişiliklerine ve davranışlarına etkilerini fazla söze dökmeden ustaca vermiş yazar. Unutmak, hatırlamak, yaşadıkları hakkında konuşabilmek ya da konuşamamak ve zaten anlatamamak bağlamında yaşadıkları zorlukları hissediyoruz.
Aşkları ve kıskançlıkları, hayatlarındaki kadınların fedakarlıkları ya da ihanetleri romanın diğer bir katmanı. Ancak esas olan ve daima kazanan erkeklerin birbirleriyle dostlukları.
Romanın başlangıçtaki hafifliğine aldanmamak gerek, çok zengin bir roman.
Ve iyi ki okudum dediğim kitaplardan biri.
Semprun’un romanında geçmiş ve bugün harika bir iç içelikle anlatılıyor… Toplumsal olaylar, bireysel sancılar ve tarihin insana düştüğü derin izler… Elbette insanında çoğu zaman bilmeden de yapsa tarihi belirleyişi…Romanın bir yerinde şöyle deniyor:”Bu deneyimin dile getirilemeyeceği, her şeyin söylenemeyeceği doğru değil, diye düşünüyordu. Her şey söylenebilir diyordu. Sorun başka yerde: her şeyi anlatmanın imkânsız olmasında, geride her zaman söylenecek bir şeyin, başka bir şeyin kalmasında. Her şey söylenebilir, ama bu sonu olmayan bir uğraş, sonu gelmez bir anlatı. Bir anlatı sonsuza kadar sürmez diyelim, sözler biter diyelim, ama her şey dinlenebilir mi, her şey anlaşılabilir mi?”
Kitap Yorumları - (4 Yorum)
İlişkiler, pişmanlıklar, arkadaşlıklar zengin bir konusu olan roman.
Avrupa’nın farklı ülkelerinden beş arkadaş, üç erkek ve iki kadın, haftasonu buluşurlar. Ressam, film yönetmeni ve yazar olan bu üç adam 1930 yıllarında doğmuşlar. Avrupa’nın çeşitli başkentlerinde ( Venedik, Zürih, Viyana, Prag …) zaman zaman buluştukları geçmiş yıllarda katıldıkları sanatsal, kültürel ve siyasal ortamlar hakkındaki ilginç ayrıntıların anlatımı okuyucuyu sürüklüyor.
Her birinin geçmişlerindeki farklı travmaların kişiliklerine ve davranışlarına etkilerini fazla söze dökmeden ustaca vermiş yazar. Unutmak, hatırlamak, yaşadıkları hakkında konuşabilmek ya da konuşamamak ve zaten anlatamamak bağlamında yaşadıkları zorlukları hissediyoruz.
Aşkları ve kıskançlıkları, hayatlarındaki kadınların fedakarlıkları ya da ihanetleri romanın diğer bir katmanı. Ancak esas olan ve daima kazanan erkeklerin birbirleriyle dostlukları.
Romanın başlangıçtaki hafifliğine aldanmamak gerek, çok zengin bir roman.
Ve iyi ki okudum dediğim kitaplardan biri.
ilişkiler yumağı güzel harmanlanmış bir kitap
Semprun’un romanında geçmiş ve bugün harika bir iç içelikle anlatılıyor… Toplumsal olaylar, bireysel sancılar ve tarihin insana düştüğü derin izler… Elbette insanında çoğu zaman bilmeden de yapsa tarihi belirleyişi…Romanın bir yerinde şöyle deniyor:”Bu deneyimin dile getirilemeyeceği, her şeyin söylenemeyeceği doğru değil, diye düşünüyordu. Her şey söylenebilir diyordu. Sorun başka yerde: her şeyi anlatmanın imkânsız olmasında, geride her zaman söylenecek bir şeyin, başka bir şeyin kalmasında. Her şey söylenebilir, ama bu sonu olmayan bir uğraş, sonu gelmez bir anlatı. Bir anlatı sonsuza kadar sürmez diyelim, sözler biter diyelim, ama her şey dinlenebilir mi, her şey anlaşılabilir mi?”