Hep Ağabey dediğimiz Galip Erdem’le yaklaşık otuz yıldır tanışıyorduk. Evine gitmiştim, evimize gelmişti. Aynı sofraya oturmuşluğumuz, aynı iş ve sohbet ortamlarında bulunup, aynı toplantılara katılmışlığımız vardı. Seminerlerini, nasihatlerini dinlemiştim. Ayrıca yazılarının ve kitaplarının iyi bir okuyucusu olmanın yanında çizgili – beyaz kâğıtlara kurşun kalemle yazdığı o kargacık burgacık yazılarını çözüp daktilo etme şerefine nail olanlardan biriydim; kısacası kendisini iyi tanıyordum. Çalışmalarım sırasında bunun kolaylıklarını gördüm. Onun, benim bilmediğim yönlerini bilenler de vardı ve hepsinden önemlisi seveni çoktu. Pek çok kişi mikrofonlara, kameralara onunla ilgili hatıralarını anlatmış, dergi sayfalarına yazılar yazmıştı. Hakkında kitaplar çıkarılmış ve İnternet siteleri açılmıştı. Bunlar da büyük kolaylıktı benim için. Hepsini okudum, dinledim, inceledim. Sonunda şu kanaate vardım ki hatıralarda kopukluk ve çelişkiler vardı. Mesela onun çocukluğu ve üniversiteye kadar olan gençlik dönemi ile ilgili bilgiler son derece yetersiz ve bölük pörçüktü. Yüz yüze ya da telefonla görüştüğüm ilgililerden de tam sağlıklı bilgiler alamadım. Çalışmamı belli bir noktaya getirdikten sonra asıl kaynağı, onun ülkücülere emaneti biricik kızı Bilge ile haberleştikten sonra eşimle birlikte evlerine gittik ve çok yararlı bir görüşme yaptık. Sonunda; o güne kadar kimsenin haberdar olmadığı bilgi ve belgelere ulaşmıştım. Gördüm ki onun geçmişi ile ilgili yegâne kaynak yine kendisi ve kendisinden kalanlar… Bulduğum evrak içinde elli altmış yıllık olanlar vardı. Onları bulunca kendi kendime sordum: “Ona ‘dağınık’ diyenler acaba elli yıl önce babalarından gelen mektubu ve verdikleri cevabı böyle saklıyor olabilirler mi?” Sonra da “Acaba onun ‘mektup’ merakı ta çocukluk ve gençlik dönemlerinde mi başlamıştı?” diye düşünmeden edemedim! Yalnızca mektup değil, “günlük” yazdığı not defterini ve hani o çok sözü edilen ve yazılıp yazılmadığı müphem olan roman çalışmasını da buldum. Sonra, gençlik döneminde yazdığı -ama hepsi de vatan millet aşkına olan- şiirlerini… Aslında benden önceki araştırıcılar da çeşitli bilgi ve belgelere ulaşmışlardı ama onun hayatı ve mücadelesi ile ilgili belgelerin önemli bir bölümünü bulmak bana nasip oldu. Üstelik bu belgeler şimdiye kadar hiç kullanılmamıştı ve bilinmiyordu. Anlaşıldığına göre bunlar ya gözden kaçmış ya da olacağı düşünülemediğinden- fazla araştırılmamıştı. Bu yüzden Allah’a şükrediyorum. Hakkında anlatılan hatıralarda Galip Ağabey’in bir “Turan Seferi”nden söz ediliyor ve bunun 13 yaşında olduğu zikrediliyordu. Hele de 1940’lı yılların ulaşım imkânları ile 13 yaşındaki bir çocuğun böyle bir maceraya kalkışması zaten akla ve mantığa oldukça ters düşüyordu. Şükür ki kendi tuttuğu “günlük”te bu konu açıkça yazılmıştı ve o sırada 18 yaşındaydı. Okuyucu, bu macera ile ilgili ayrıntıyı kitabımızın içinde bulacaktır. Ya onun idealistliği, ülkücülüğü nereden geliyordu ve nasıl başlamıştı? Sevdiği bir kız var mıydı, yok muydu? Neden geç evlendi, çabuk ayrıldı? Hele hele roman çalışması nasıl bir şeydi, neyi anlatıyordu? Başta gazete dergi yazarlığı olmak üzere iş hayatında, devlet memurluğu görevlerinde istikrarı neden bir türlü yakalayamamıştı? O işlerde bir türlü denge kuramayan Galip Erdem, o sıska ve cılız adam 12 Eylül 1980’den sonra nasıl devleşerek bir istikrar âbidesi olmuştu? Ve elbette, elbette; kendini unutan, maddeyi unutan bu adam nasıl ve neden ihanete, ihanetlere uğramıştı? Belgesel nitelikteki bu eserin içinde bütün bu sorulara cevap bulunacağına inanıyorum. Eser “belgesel” ve gerçeklere dayalı olarak kaleme alınınca hâliyle muhayyile geri çekiliyor. Kahramanlar ya da ismi geçenler gerçek kişiler ve gerçek isimler. Olaylar yine öyle… Onun için bu kitap bir bakıma Türkiye’deki Ülkücü Hareket’in kısa bir tarihçesi olma niteliği de taşıyor.
Kitap Yorumları - (0 Yorum)