Galip Erdem ince yapılı, kısa boylu, zayıf bir insandı. Hayatının her devresinde, olduğundan daha yaşlı görünmüştü. Nuri Güngör bunu, fiziki yapısından çok, muhatabını ilk andan itibaren kavrayan ve etkisi altına alan güçlü şahsiyetine bağlar. İlgisiz görünen yukarıdan tavrı ve konuştukça belirginleşen zekâ ve kültürünün de bu yanlış algılamada etkili olduğu düşünülebilir. Bazan, kendisinden beş, on yaş büyük olanların ona "Galip Ağabey" demeleri karşısında, adamına göre espiri yaptığı yahut, hatta terslediği olurdu. Yavuz Bülent Bakiler onun hakkında yazarken şöyle söyler: "Ben Galip Ağabeyi tanımadan önce, "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" vecizesine inanırdım. Galip Ağabeyi tanıdıktan sonra gördüm ki, çok sağlam kafaların bile sağlıklı vücutları olmayabilir. Çünkü, Galip Ağabeyimin radyum cevheri gibi pırıl pırıl bir kafası, çelimsiz ve çok hastalıklı, sancılı bir bedeni vardı."
Gâlip” Ağabey de yine bir Muharrem mevsiminde göçmüştü yokluğa… Onun farkı, ardında koklanacak güzel kokular bırakmasıydı, mor salkımlara nâzire… Dünyâyı küçük görmüş, olan biteni tahfif etmiş, yalnızca sevdikleri için yaşamıştı “Gâlip” Ağabey. Dünyâya bir tebessüm ile vedâ edinceye kadar bitiremediği bir romantik romanı okudu… İçinde karşılıksız sevgi vardı o romanın. Sadâkat vardı. Hey hât! Bir serencâmın resmî dilinde ihânet ile tanımlanan bir sadâkat… Yalnızca O’nu “bilenlerin” bildiği bir sadâkat… Bir serencâmın sözde sâdıkları, ikbâl ile kaygılanırken kendi yuvalarında, aynı serencâmın hâini(!) Gâlip Ağabey, aynı serencâmın mağdurlarına kendini, ömrünü adayan bir ihâneti(!) yaşıyordu… İsminin inadına “mağlup”tu, sadâkatinin inadına hain(!)…
Kitap Yorumları - (1 Yorum)
Gâlip” Ağabey de yine bir Muharrem mevsiminde göçmüştü yokluğa… Onun farkı, ardında koklanacak güzel kokular bırakmasıydı, mor salkımlara nâzire… Dünyâyı küçük görmüş, olan biteni tahfif etmiş, yalnızca sevdikleri için yaşamıştı “Gâlip” Ağabey. Dünyâya bir tebessüm ile vedâ edinceye kadar bitiremediği bir romantik romanı okudu… İçinde karşılıksız sevgi vardı o romanın. Sadâkat vardı. Hey hât! Bir serencâmın resmî dilinde ihânet ile tanımlanan bir sadâkat… Yalnızca O’nu “bilenlerin” bildiği bir sadâkat… Bir serencâmın sözde sâdıkları, ikbâl ile kaygılanırken kendi yuvalarında, aynı serencâmın hâini(!) Gâlip Ağabey, aynı serencâmın mağdurlarına kendini, ömrünü adayan bir ihâneti(!) yaşıyordu… İsminin inadına “mağlup”tu, sadâkatinin inadına hain(!)…