Özgür Üniversite'nin Çığlığı: Kavram SözlüğüYanılsama mı ? Gerçek mi? Yalan mı?..Özgür Üniversite Kavram Sözlüğü kelimelerin, kavramların, kuramların neden ve nasıl ideolojik egemenliğin ve köleleştirmenin araçları haline getirildiklerini gözler önüne sermek için kavramlar dünyasına iddialı bir dalış yapıyor. Fakat asıl amaç kavramların neden ve nasıl birer köleleştirme aracı haline getirildikleri değil, neden ve nasıl özgürleşmenin, insanlığın kurtuluşunun da araçları haline getirilmeleri gerektiğine dikkat çekmekle igili...Özgür Üniversite başkanı Fikret Başkaya'nın editörlüğünü yaptığı 700 sayfalık eser, çağımızı anlamaya [veya anlamamaya] yarayan 73 kavramdan oluşuyor ve her madde orta büyüklükte bir makale boyutunda hazırlanmış. Sözlük, alışılmış sözlüklere de, ansiklopedilere de benzemiyor. Kavram Sözlüğünün kapsayıcılığı ve sorunları ele alış tarzı, yaşadığmız dünyayı anlamak isteyenler için iyi bir başlangıç olablilir.Bu sözlük sizin için hazırlandı... Eğer insanlık durumuna dair kaygı duyuyorsanız...
kitabı almadan önce sadece bir sözlük daha ne olabilir diye düşünmüştüm ama kavramları sözlük gibi kısa bir şekilde değil örneklerle ve olaylarla anlatması derinine inmesi benim çok hoşuma gitti. özellikle yüksek lisans yapan ya da yapmak isteyen arkadaşlara tavsiyemdir.
Eskiler ‘mefhum’ derlerdi; ortamlarda daha havalı görünmek isteyenler ise ‘nosyon’u tercih etti. Sözlükteki anlamıyla “bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı”ndan, yani ‘kavram’dan söz edeceğiz. Uzun süreler anılmazsa küsüp toplumsal toplumsal belleğimizin dağarcığını sessiz sedasız terk eden; kimi kez de yaşadığımız verili ilişki ve çelişkiler toplamına asla denk düşmediği hâlde, toplumsal körleşmenin en kara noktasında saklanıp, uygun anı yakalayınca da sinsice aramıza sızan kavramlardan… Ardında otuz iki ölü, onlarca yaralı ve yıllar boyu asla silinemeyecek büyük travmalar bırakmışlığına nazire olsun diye uydurulmuş ‘Hayata Dönüş’ kavramının -olumlu ya da olumsuz anlamıyla zikredilsin fark etmez- bütün zorbalığıyla günlük dilimize yerleşmesi, kaç kişiyi ne kadar düşündürmüştür acaba? Gencecik insanlar tecrit edildikleri daracık F tipi hücrelerde beyaz ölümün kucağına itilir, birer ikişer çıldırırken, bu vahşetin ‘modern oda sistemi’ diye adlandırılması kaç kişinin derdi olmuştur bu ülkede? Ya da ‘bunlar aynı türün soyu’ dedirtircesine, ABD, Afganistan’ı işgal edip köleleştirirken, bu derin yoksulluğun üzerine kustuğu ölümü ‘Sınırsız Özgürlük Harekâtı’diye yutturmasını kaç kişi güçlü bir refleksle reddetmiştir? Birileri tamamen şuurunu yitirmişçesine ‘elveda proletarya’ diye çığlıklar atar ve bu garabet hiç de azımsanmayacak bir kesitin ruhunu çelerken, “yerkürenin ezici çoğunluğunun neden hâlâ zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yok” sorusu acaba toplumsal aklın bir yerine tutunabilmiş midir? Kullandığı kavramları hayatla sınayanların, günlük dilde kesin zaferini ilan etmiş görünen saçmalıklar dizgesindeki hissedilir artışa şaşırmaması işten değildir. Yeter ki doğru sorular sorulabilsin ve ısrarla bu soruların doğru yanıtları aransın. Örneğin işçi ile patron kavramları, ‘Toplam Kalite Yönetimi’ kavramına içerilmiş, başkalaştırılmış hâliyle, çalışan nüfusun her gün sabahın kör karanlığından akşamın son karanlığına dek süren ve nedense hep aynı zenginleri daha da varsıllaştırma uğraşına ne kadar uygundur? Emperyalizm, ‘küreselleşme’ diye anılalı beri sömürge halklara gül dağıtmakta ve daha mı az kan dökmektedir? ‘Avrupa Birliği’, herkese örnek gösterdiği demokrasisi ile şişinip, üçüncü dünya ülkeleri entelijansiyasının başını döndürdükçe, sömürgen karakterini unutturup, üşüyenlere ve açlara kanat germiş anaç bir tavuğa mı dönüşmektedir? Sömürü kavramı ‘piyasa ekonomisi’nin potasında eritilip, yaşananlar basit bir ‘al gülüm ver gülüm’ hikâyesi ile izah edilince, emekçi yığınların yaşam koşullarında düzelme mi kaydedilmektedir? Soruları uzatmak mümkün ama gereksiz. Anlaşılan o ki, toplumsal hayatın her alanına egemen olanın, toplumsal bilince de hükmetmeye başlaması problemimizin asıl çerçevesini oluşturuyor. Dünyanın ezilen yığınlarını kendi kimliğine yabancılaştıran egemen dile ve o dilin kavramlarına karşı bir dil oluşturmak mümkün müdür? İşte bu asıl soruyu daha önce bazı makalelerinde yanıtlamaya çalışan Fikret Başkaya, bu kez editörlüğünü yaptığı kalın mı kalın Kavram Sözlüğü ile karşınızda. Kavram Sözlüğü hangi ihtiyacın ürünü? Birçok kavram dejenere edilmiş durumda. Sözlüğü hazırlamamızın birinci nedeni, bu dejenerasyonun önüne geçme çabası. İkinci neden ise kavramların sınıf mücadelesinin seyrine göre değişmesi. Örneğin artık Emperyalizm kavramı kullanılmıyor. Oysa Emperyalizm kavramını çokça kullandığımız 1980 dönemine göre durum çok daha vahim. Kapitalizm kavramı kullanılmıyor yerine piyasa ekonomisi kavramı geçirildi. Sosyal adalet en çok kullanılması gereken kavram çünkü kapitalizm sahneye çıktığından bu yana eşitlik bu kadar ortadan kalkmamıştı. Daha önceki yıllarda Sovyetler Birliği’nin ve ulusal kurtuluş savaşlarının varlığı, kapitalizmi sıkıştırıyordu. Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte ideolojik saldırılar da nicelik ve nitelik olarak arttı. Bunun karşısında kavramlardan hareketle bir duruş geliştirmenin gerektiğine inanıyorum. Kavramların bu denli içinin boşaltılmasına nasıl izin verildi? Sınıf mücadelesinin ezenler lehine dönmesi, ezilenlerin savunmaya geçmesi, toplumsal hareketlerin gerilemesini beraberinde getirdi. İdeolojik mücadele de zayıflayınca bu tablo ortaya çıktı. Ortalama kavramların egemen hale gelmesi aslında hâkim ideolojinin zaferidir. Zaten kavramların herkes için aynı anlama gelmesi hiçbir şart altında mümkün değildir. Ezen ile ezilenler arasında kavramlara yaklaşımda ciddi bir farklılık vardır ve olmalıdır da. Kavramların önemini hatırlatmak ve ezilen sınıflar açısından anlamının ortaya konulması, ‘kazın ayağı öyle değil’ demek içindir. Ezilenler, kendi kavramlarını nasıl yeniden anlamlandıracaklar? Birileri proletaryanın yok olduğunu iddia ederken, proletaryanın sokağa çıkarak ‘ben bir yere gitmedim buradayım’ demesi lazım. Bu mümkün. Çünkü kapitalizmin tarihine bakıldığında kapsamlı saldırıların hiçbir zaman karşılıksız bırakılmadığını görürüz. Christophe Colomb’dan sonra köle isyanları patladı. İlk sanayileşme döneminden sonra da isyanlar yaşandı. Üst üste saldırılar olacak ama bunun karşılığında hiç tepki olmayacak; bu, akla aykırı. Ama insanların uğradıkları saldırının boyutlarının bilincine varması ve bunun karşılığında doğru bir yanıt oluşturabilmesi için belli bir sürenin geçmesi gerek. Sözlükteki kavramların tümü birer makale gibi yazılmış. Bu makaleleri yazacak kişileri belirlerken ölçütünüz ne oldu? Sözlüğü hazırlarken, söz konusu kavramla ilgili daha önce çalışma yapmış, yüreği emekçilerin safında atan elli bir aydını tercih ettik. Bu kitapta yetmiş üç kavram var, yer veremediğimiz kırk kadar kavram da ikinci kitapta yer alacak. Bunun dışında bir de Resmi İdeoloji Sözlüğü hazırlıyoruz. Resmi ideolojinin eleştirisini amaçlayan bu çalışmanın içinde uzun makaleler yer alacak.
Kitap Yorumları - (2 Yorum)
kitabı almadan önce sadece bir sözlük daha ne olabilir diye düşünmüştüm ama kavramları sözlük gibi kısa bir şekilde değil örneklerle ve olaylarla anlatması derinine inmesi benim çok hoşuma gitti. özellikle yüksek lisans yapan ya da yapmak isteyen arkadaşlara tavsiyemdir.
Eskiler ‘mefhum’ derlerdi; ortamlarda daha havalı görünmek isteyenler ise ‘nosyon’u tercih etti. Sözlükteki anlamıyla “bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı”ndan, yani ‘kavram’dan söz edeceğiz. Uzun süreler anılmazsa küsüp toplumsal toplumsal belleğimizin dağarcığını sessiz sedasız terk eden; kimi kez de yaşadığımız verili ilişki ve çelişkiler toplamına asla denk düşmediği hâlde, toplumsal körleşmenin en kara noktasında saklanıp, uygun anı yakalayınca da sinsice aramıza sızan kavramlardan… Ardında otuz iki ölü, onlarca yaralı ve yıllar boyu asla silinemeyecek büyük travmalar bırakmışlığına nazire olsun diye uydurulmuş ‘Hayata Dönüş’ kavramının -olumlu ya da olumsuz anlamıyla zikredilsin fark etmez- bütün zorbalığıyla günlük dilimize yerleşmesi, kaç kişiyi ne kadar düşündürmüştür acaba? Gencecik insanlar tecrit edildikleri daracık F tipi hücrelerde beyaz ölümün kucağına itilir, birer ikişer çıldırırken, bu vahşetin ‘modern oda sistemi’ diye adlandırılması kaç kişinin derdi olmuştur bu ülkede? Ya da ‘bunlar aynı türün soyu’ dedirtircesine, ABD, Afganistan’ı işgal edip köleleştirirken, bu derin yoksulluğun üzerine kustuğu ölümü ‘Sınırsız Özgürlük Harekâtı’diye yutturmasını kaç kişi güçlü bir refleksle reddetmiştir? Birileri tamamen şuurunu yitirmişçesine ‘elveda proletarya’ diye çığlıklar atar ve bu garabet hiç de azımsanmayacak bir kesitin ruhunu çelerken, “yerkürenin ezici çoğunluğunun neden hâlâ zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yok” sorusu acaba toplumsal aklın bir yerine tutunabilmiş midir? Kullandığı kavramları hayatla sınayanların, günlük dilde kesin zaferini ilan etmiş görünen saçmalıklar dizgesindeki hissedilir artışa şaşırmaması işten değildir. Yeter ki doğru sorular sorulabilsin ve ısrarla bu soruların doğru yanıtları aransın. Örneğin işçi ile patron kavramları, ‘Toplam Kalite Yönetimi’ kavramına içerilmiş, başkalaştırılmış hâliyle, çalışan nüfusun her gün sabahın kör karanlığından akşamın son karanlığına dek süren ve nedense hep aynı zenginleri daha da varsıllaştırma uğraşına ne kadar uygundur? Emperyalizm, ‘küreselleşme’ diye anılalı beri sömürge halklara gül dağıtmakta ve daha mı az kan dökmektedir? ‘Avrupa Birliği’, herkese örnek gösterdiği demokrasisi ile şişinip, üçüncü dünya ülkeleri entelijansiyasının başını döndürdükçe, sömürgen karakterini unutturup, üşüyenlere ve açlara kanat germiş anaç bir tavuğa mı dönüşmektedir? Sömürü kavramı ‘piyasa ekonomisi’nin potasında eritilip, yaşananlar basit bir ‘al gülüm ver gülüm’ hikâyesi ile izah edilince, emekçi yığınların yaşam koşullarında düzelme mi kaydedilmektedir? Soruları uzatmak mümkün ama gereksiz. Anlaşılan o ki, toplumsal hayatın her alanına egemen olanın, toplumsal bilince de hükmetmeye başlaması problemimizin asıl çerçevesini oluşturuyor. Dünyanın ezilen yığınlarını kendi kimliğine yabancılaştıran egemen dile ve o dilin kavramlarına karşı bir dil oluşturmak mümkün müdür? İşte bu asıl soruyu daha önce bazı makalelerinde yanıtlamaya çalışan Fikret Başkaya, bu kez editörlüğünü yaptığı kalın mı kalın Kavram Sözlüğü ile karşınızda. Kavram Sözlüğü hangi ihtiyacın ürünü? Birçok kavram dejenere edilmiş durumda. Sözlüğü hazırlamamızın birinci nedeni, bu dejenerasyonun önüne geçme çabası. İkinci neden ise kavramların sınıf mücadelesinin seyrine göre değişmesi. Örneğin artık Emperyalizm kavramı kullanılmıyor. Oysa Emperyalizm kavramını çokça kullandığımız 1980 dönemine göre durum çok daha vahim. Kapitalizm kavramı kullanılmıyor yerine piyasa ekonomisi kavramı geçirildi. Sosyal adalet en çok kullanılması gereken kavram çünkü kapitalizm sahneye çıktığından bu yana eşitlik bu kadar ortadan kalkmamıştı. Daha önceki yıllarda Sovyetler Birliği’nin ve ulusal kurtuluş savaşlarının varlığı, kapitalizmi sıkıştırıyordu. Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte ideolojik saldırılar da nicelik ve nitelik olarak arttı. Bunun karşısında kavramlardan hareketle bir duruş geliştirmenin gerektiğine inanıyorum. Kavramların bu denli içinin boşaltılmasına nasıl izin verildi? Sınıf mücadelesinin ezenler lehine dönmesi, ezilenlerin savunmaya geçmesi, toplumsal hareketlerin gerilemesini beraberinde getirdi. İdeolojik mücadele de zayıflayınca bu tablo ortaya çıktı. Ortalama kavramların egemen hale gelmesi aslında hâkim ideolojinin zaferidir. Zaten kavramların herkes için aynı anlama gelmesi hiçbir şart altında mümkün değildir. Ezen ile ezilenler arasında kavramlara yaklaşımda ciddi bir farklılık vardır ve olmalıdır da. Kavramların önemini hatırlatmak ve ezilen sınıflar açısından anlamının ortaya konulması, ‘kazın ayağı öyle değil’ demek içindir. Ezilenler, kendi kavramlarını nasıl yeniden anlamlandıracaklar? Birileri proletaryanın yok olduğunu iddia ederken, proletaryanın sokağa çıkarak ‘ben bir yere gitmedim buradayım’ demesi lazım. Bu mümkün. Çünkü kapitalizmin tarihine bakıldığında kapsamlı saldırıların hiçbir zaman karşılıksız bırakılmadığını görürüz. Christophe Colomb’dan sonra köle isyanları patladı. İlk sanayileşme döneminden sonra da isyanlar yaşandı. Üst üste saldırılar olacak ama bunun karşılığında hiç tepki olmayacak; bu, akla aykırı. Ama insanların uğradıkları saldırının boyutlarının bilincine varması ve bunun karşılığında doğru bir yanıt oluşturabilmesi için belli bir sürenin geçmesi gerek. Sözlükteki kavramların tümü birer makale gibi yazılmış. Bu makaleleri yazacak kişileri belirlerken ölçütünüz ne oldu? Sözlüğü hazırlarken, söz konusu kavramla ilgili daha önce çalışma yapmış, yüreği emekçilerin safında atan elli bir aydını tercih ettik. Bu kitapta yetmiş üç kavram var, yer veremediğimiz kırk kadar kavram da ikinci kitapta yer alacak. Bunun dışında bir de Resmi İdeoloji Sözlüğü hazırlıyoruz. Resmi ideolojinin eleştirisini amaçlayan bu çalışmanın içinde uzun makaleler yer alacak.