Binlerce ayak izinin tek başına toprağa bırakıldığı bu kitapta; işgal fabrikaları, işgal toprakları, barikatçılar, evsizler, kayıp anneleri, kayıp oğulları, kayıp kızları, dilenci ordusu, göçmenler, toprağın asıl sahipleri olan yerliler ve daha niceleri anlatılıyor. Parlak şehir ışıklarından, güneşli kumsallardan ve gösterişli alışveriş merkezlerinin serinliğinden çok uzakta yaşayanların gerçek hikâyeleri eşlik ediyor okura. Her türlü sömürüye, baskıya, yok sayılmaya, kaybedilmeye, işkencelere, hapislere, gözdağlarına, açlığa, işsizliğe, adaletsizliğe karşı koymuş Güney Amerika halkları bize kendi coğrafyamızın hikâyesini bir kere daha hatırlatıyor. “Biz çocuklarımızın ölümleri üzerine konuşmayacağız. Biz biliyoruz ki onlar toplama kamplarında şiddete maruz kaldılar. Dehşet verici işkencelere maruz kaldılar. Onları öldürdüler, uçaklardan denize atıldıklarını da biliyoruz. Bu nedenle, hiçbir zaman kişisel öykülerimiz ile ilgili konuşmadık. Çünkü hepsi benzer şeylere maruz kaldılar. Hepimiz direnmeliyiz! Çocuklarımızın adları için mutlaka mücadele etmeliyiz! Bizim mücadelemiz hâlâ bitmedi. Hiçbir zaman korkmadık, hiçbir zaman! Biliyor musunuz niye? Biz çocuğumuzu dokuz ay karnımızda büyüttük. İşte bu bizim gücümüz, biz onları istiyoruz. Biz ne pardon denilmesini istiyoruz ne de onların unutulmasını.” Dilini bilmediğimiz insanlar bize bizi anlatırken, eski dünya ile yenidünya birbirine biraz daha yaklaşıyor.
Kitap Yorumları - (0 Yorum)