Bu şehrin üstünden gökkuşağı eksik olmazdı ve bu gökkuşağı kutsal sayıldığı için herkes bu gökkuşağı üzerine yemin ederdi. Gökkuşağı, aşktı, ölümün ve doğumun tacıydı. Ölümü ve doğumu aşk yapan bir büyüydü. Altın kırmızısı, gümüş sarısı ve bu dağların yeşiliydi gökkuşağı. İnsan uzaktan baktığında bu gökkuşağına, bin bir renk görüyordu. İnsanlar gökkuşağını izlerlerdi sisler ve bulutlar içinde. Ve bu gökkuşağı her göründüğünde serin rüzgarlar eserdi, güller daha bir güzel açar, kuşların sesi bütün dağı ve ovayı bir senfoniye çevirirdi. Dicle’nin sesi bütün Mezopotamya’da dünyanın derinliklerinden gelen hoş bir uğultuydu, hele o ceylan sürülerinin bakışları, insana ölümü de doğumu da aşkı da unuttururdu.
Bizzat sayın Dündar’ın elinden imzalı aldım bu kitabı.. Anlatılanlar efsane bile olsa okuyucu kendini bu efsanenin içinde görüyor. Şehr-i Nuh insanın tarihten beri insanın huzuruna, refahına, barışına nasıl önem verdiklerini ve bunu hayat felsefesi haline getirdiklerini anlatan, kuşların efendisi Feqi’nin ve Şehri-Nuh’un miri Mirza’nın kızı Sinem’in aşkıyla birleştiren muhteşem bir eser.
Kitap Yorumları - (1 Yorum)
Bizzat sayın Dündar’ın elinden imzalı aldım bu kitabı.. Anlatılanlar efsane bile olsa okuyucu kendini bu efsanenin içinde görüyor. Şehr-i Nuh insanın tarihten beri insanın huzuruna, refahına, barışına nasıl önem verdiklerini ve bunu hayat felsefesi haline getirdiklerini anlatan, kuşların efendisi Feqi’nin ve Şehri-Nuh’un miri Mirza’nın kızı Sinem’in aşkıyla birleştiren muhteşem bir eser.