“Paulo Coelho’nun ustalığı, herkese seslenebilmesinden kaynaklanıyor. Sevecen, ama etkili bir öğretmen. Kitapları tüm dünyada 100 milyon satmış olan Coelho’nun şaşırtıcı çekiciliğinin nedeni de bu olsa gerek.”Veronika, her istediğine sahip görünen, renkli bir yaşam süren, yakışıklı erkeklerle gezip tozan genç bir kadın olmasına karşın, mutlu değildir. Yaşamında bir şeylerin eksikliğini hissetmektedir. Başarısız bir intihar girişiminin ardından, kendine geldiği zaman bir akıl hastanesindedir. Üstelik çok kısa bir ömrü kaldığını öğrenir. Zaten ölmek isteyen Veronika bu süreçte, başka dünyaların insanlarını tanırken kendisini de keşfetmeye başlar…Paulo Coelho’nun ülkemize yakın bir coğrafyada, Bosna ve Slovenya’da geçen Veronika Ölmek İstiyor adlı romanı, var oluşumuzun her dakikasına yaşam ile ölüm arasında bir seçim olarak yaklaşıyor. Toplumun alışılmış kalıplarının dışına çıkan, farklı düşünceleri yüzünden önyargıları göğüslemek zorunda kalan insanları anlatıyor.
Daha hayatın başında, 20’li yaşlarda ve dünyaya veda etmeyi düşünen genç bir bayan. Dünya ile vedalaşmak istiyor fakat bu o kadar kolay değildir. Kendince büyük mücadeleler verip karabasan gibi üstüne gelen dünyadan. Yüksek bir binadan atlamayı düşünmüş; fakat o halinin ailesini daha çok üzeceğini düşünerek bundan vaz geçmişti. Zira hayat “Veronika Ölmek İstiyor” kitabının başkişisi için çekilmez olmuştur artık.
Avrupa kıtasının sosyalizm zincirlerinden daha yeni kopmuştur vatanı. Hayata veda etmeye hazırlanırken, ülkesinin öyle herkes tarafından bilinmediğine de üzülür. Belki bu intihar için bir neden olabilirdi en azından. Zorluklarla temin ettiği ilaçları alıp ölmeyi beklerken, vakit geçirmek için sayfalarını karıştırdığı dergideki bir metinde, ülkesi Slovenya’nın öyle pek bilinmediğinden bahsediyordu. Genç bayan bir manastır odasında aldığı ilaçlarla ölmez; ancak yeni bir hayata başlamak zorunda kalır.
Yazar Paulo Coelho’nun psikobiyografi türünde kaleme aldığını varsaydığımız bu eserinin öğretici olduğunu düşünürken, genelde ölümü düşünenlerin hikayeleri biraz gerilimli olduğundan, söz konusu bu eserde bundan bahsetmek mümkün değil. Veronika’nın sadece hayat hikayesi anlatılmıyor, 90’lı yılların başında, şanslı olarak, öyle savaşa dahil olmadan, Yugoslavya’dan ayrılan Slovenya’nın hikayesi de okuyucuyu sıkmadan anlatılmıştır. Öte yandan yazar ülkedeki din olgusuna da değinmekte.
Eserin büyük kısmı “deliler hastanesi”nde geçse de, yazar okuyucuya hayli keyifli bir hayat hikayesi sunmuştur.
Paulo Coelho’nun 213 sayfalık, “Veronika Ölmek İstiyor” adlı romanı; sosyolojik ve psikolojik gerçekler içeriyor. Anlatım tekniği akıcı, çeviri dilinin ise anlaşılır olduğunu öncelikle belirtmeliyim.
Evreni tanıma, yaşamı anlamlandırma, bireysel tatmin ve güvenlik/mutluluk/huzur arayışları insanı bazen coşkuya bazen de karamsarlığa sürükleyebilmektedir. Bilim, inanç, felsefe ve evrensel gerçeklikle barışık bir yaşam modeli oluşturmakta zorlanıyoruz.
Roman; arayışlarından, edindiklerinden tatmin olmayan, genç bir kız Veronika’nın intihara teşebbüsü ve devamında gerçekleşen olayları konu edinmektedir. İntihar teşebbüsü bir yılgınlık, çaresizlik, teslimiyet, kaçış, küskünlük, vazgeçme ve benzeri negatif nitelemeleri bünyesinde barındıran, bir karar ve davranış bozukluğudur. İntihara teşebbüs eden kişiler deli değildirler. Deliler, böyle bir plan ve kurguyu gerçekleştiremezler.
Maddi anlamda hatta duygu planında çok şeye sahip olmak; mutluluk denkleminin tek şartı değildir.
Seveni de, maddi zenginliği de ihtiyacından çok çok fazla olan kişilerin bile intihara yeltendiğini gözlemlemekteyiz. Hele şair, düşünür, yazar ve sanatçılardan intiharı tercih edenleri anlamakta zorlanıyoruz. Bir noksanlık, bir boşluk, bir eksiklik, bir negatiflik var ama bunun ne olduğunu açıklayıp, hissettirmediklerinden, yalnızca yorum ve tahmin yoluyla değerlendirmeye çalışıyoruz.
Kendi içsel dünyasını en azından bir kısmını çevresine açabilen, duygusal iletişim kurabilen, soran, sorgulayan, dayanışmaya açık, pozitif alternatifler üretebilenler; doğal yaşamla barışık, olağan bir yapıya sahiptirler. İçsel bütünlüğümüzü oluşturan değerleri; genel anlamda genetik ve çevresel etkiler şekillendirse de zihinsel anlamda nelerle beslendiğimiz; bilinç ve irademizin direksiyonunda olacaktır.
Bedensel ve ruhsal planda sağlıklı bireyler, ideal toplum modelinin sağlam temelini kuracaktır.
Olumsuzlukları gözlemlemeden, çözüm ve öneri reçetesi yazmak; mantıksız, tutarsız, geçersiz bir yaklaşım olur. Bu kitap bizlere bu alanda yaşanan sorunlar ve çözümleri açısından, dikkate değer bir kesit sunuyor.
Ölmeyi istemek ne demektir, bilir misiniz?
Bir insanın “ölmek” istemesi, neredeyse her zaman “çaresizlik” duygusu ile ilişkilendirilir; büyük bir kayıbın ardından ölmeyi istemek, açlıktan, sefaletten, terk edilmişlikten dolayı ölmeyi istemek… Halbuki “ölmeyi istemek” her zaman talihsizliğin, acının, merhametsizliğin, fakirliğin, düşmüşlüğün, yalnızlığın peşine takılıp da gelmez. Bazen ölmeyi istemek, sadece, çok basit bir şekilde artık “yaşamı” reddetmektir.
Bazen, “kendi kendisini anlamlandırmaya çalışan atomların,” bu motivasyonu kaybetmesidir ölmeyi istemek. Varolmayı, bilinç halini, düşünceleri, rutinleri, günlük alışkanlıkları, kaygıları, biyolojik ve duygusal ihtiyaçları, biyokimyasal ve elektriksel tepkimeleri, etki etmeyi, maruz kalmayı sona erdirmek, sonsuz bir atıllığın pençesine düşüp varoluş haline bir son vermek istemektir. Sağlıklı kabul edilen, “normal” diye adlandırılan, gündelik meşgalelerle dolu bir zihnin, bu isteği, hatta kimi zaman “ihtiyacı” doğru şekilde anlamasını beklemek beyhude bir uğraş olabilir; ama buna en çok yaklaşabileceğiniz deneyimlerden biridir “Veronika Ölmek İstiyor” adlı bu başyapıtı okumak… O yüzden herkesin kütüphanesinde kendisine yer bulması gerekir.
Toplumun önyargılarına göre “gerçek sorunları olmayan”, belki de “inançsız”, varlık içinde yokluk çeken, kimine göre “zayıf iradeli”, kimine ise öykünecek kadar güçlü gelen, içsel bir yangınla kavrulan, anlamaya çalıştıkça, nefes alınan ilk günden beri, istemsiz bir refleks haline gelen “varoluşun” kendiliğinden akan ritmini unutan bir ruhu, zihni anlamaya yaklaşmak isteyenler, mutlaka bu eseri okumalı.
Pek çok okurun “en sevilen yazarlar” listesinde olan “Paulo Coelho”nun kanaatimce en iyi kitabı olan bu eser, kendisine çizilen yolu anlamaya çalışırken, öğrendiği her şeyi unutan, daha derin sorguladıkça, aldığı cevapların sarsıcılığından ötürü, dünyasını temellendirdiği tüm kaideleri sarsılan okurlara “iç ferahlığına yakın” bir “zihinsel aydınlanma” vaadi sunuyor. “Sonu, başından belli” bir yolda yürümenin, neden bu sonu ilk adımda değiştirdiğini, sürekli genişleyen bir evrende, giderek uzaklaşan sınırların, aynı şeyleri düşünüp hisseden binlerce insan arasındaki mesafeyi neden hiç çoğaltmadığını; inanç, aşk, güven, tatmin, sadakat, keşif, heyecan gibi duyguların neden insanları dünyaya tabir-i caizse “çivileyen” sabitler olduğunu yeni bir yolla öğrenmek için, bu kitabı mümkünse yalnız okumak ve bitirdikten sonra üzerine uzun uzun düşünmek gerekiyor.
Teknik açıdan değerlendirmek gerekirse, modern yaşamda tıbbi açıdan tasniflendirilmiş kişilik bozukluklarını, son derece yalın ve edebi bir dille, oldukça sürükleyici bir şekilde kitabına taşıyan yazar, tecrübe ettiği (ve geçmişinde önemli bir yer tutan) pek çok zihinsel sancıyı, bazen ana karakterde, bazen yan karakterlerde, bazen ise mekan tasvirlerinde okuyucuya olabilecek en sade dille ulaştırmış. “İnsan neden intihara teşebbüs eder?” sorusunu yönelten Coelho, bu son derece rahatsız edici soruyu, hiçbir mesaj kaygısı taşımadan, kendi dilini ve sınırlarını aşan evrensel bir sevecenlikle yanıtlayarak; “insan neden intihara teşebbüs etmemeli?” izahati ile kendi sorusunu yanıtlamış.
Zihnine, kalbine, ruhuna yaşam sevinciyle dolu bir es vermek isteyenlere, o duraklama anında duru bir içgörü katacak bu başyapıtı mutlaka okumanız dileğiyle.
“Ölüm bilinci bizi daha yoğun yaşamaya yöneltir.” Sanırım 213 sayfalık bu kitabın özeti bu cümlede.
Yaşamı rutinin içerisinde anlamsızlaşan, anlam arayışında varlığını sorgulayan bir genç kadın Veronika. Başarısız bir intihar ve her dakika ölümü bekleyerek geçirilen Slovenya’da Village adlı bir deliler hastanesi. Kırılgan yaşamların kişilikleriydi bu hastanedekiler ve her biri ayrı bir hikayeydi.
Hastanenin başhekimi ve bütün kurgunun oyuncusu Dr. İdgor, eşini ve işini kaybetmiş panik atak sanrıları yaşayan Avukat Mari, gençliğin bunalımlarıyla bir arayış içindeki Eduard ve düzenli bir evlilik hayatının rutininde, geçmişin günahlarını hatırlayıp depresyon ve bunalımlardaki Zedka. Onlar mı hastaydı yoksa Village’nin dışındaki normal denen yaşamlar mı? Neydi bu normal? Delilik normalin neresinde oluşuyordu? Kim oluşturdu yaşamın normallerini?
Kitap, ilk yurt gezim (iş dolayısıyla) Slovenya’nın başkenti Ljubljana’da geçiyor olması beni içine çekti farketmeden. Ljubljana’ya indiğimde şehrin sokaklarındaki o mistik ve ortaçağ havası beni kitaba bağladı sanırım, meydandaki şair Prešeren heykelini hatırlamasamda. Belki bu sebeple sardı bu kitap beni, kişisel gelişim kitaplarına karşı olmama rağmen okuttu kendini veya Village tımarhanesinin o sıcak, yaşanır ve tüm sorunlardan uzak hali. Böyle bir tımarhanede yaşamayı ilk defa istedim, yoksa hep var mıydı içimde kendimden ve hayattan kaçmak adına. Akvaryumda balık gibi yaşamak mıydı benim özlemim, korunaklı ve seyirci şeklinde.
Dili ve okuması bu tarz sevenler için güzel gelecek ve keyifle okunacak bir kitap.
Kitap Yorumları - (5 Yorum)
Daha hayatın başında, 20’li yaşlarda ve dünyaya veda etmeyi düşünen genç bir bayan. Dünya ile vedalaşmak istiyor fakat bu o kadar kolay değildir. Kendince büyük mücadeleler verip karabasan gibi üstüne gelen dünyadan. Yüksek bir binadan atlamayı düşünmüş; fakat o halinin ailesini daha çok üzeceğini düşünerek bundan vaz geçmişti. Zira hayat “Veronika Ölmek İstiyor” kitabının başkişisi için çekilmez olmuştur artık.
Avrupa kıtasının sosyalizm zincirlerinden daha yeni kopmuştur vatanı. Hayata veda etmeye hazırlanırken, ülkesinin öyle herkes tarafından bilinmediğine de üzülür. Belki bu intihar için bir neden olabilirdi en azından. Zorluklarla temin ettiği ilaçları alıp ölmeyi beklerken, vakit geçirmek için sayfalarını karıştırdığı dergideki bir metinde, ülkesi Slovenya’nın öyle pek bilinmediğinden bahsediyordu. Genç bayan bir manastır odasında aldığı ilaçlarla ölmez; ancak yeni bir hayata başlamak zorunda kalır.
Yazar Paulo Coelho’nun psikobiyografi türünde kaleme aldığını varsaydığımız bu eserinin öğretici olduğunu düşünürken, genelde ölümü düşünenlerin hikayeleri biraz gerilimli olduğundan, söz konusu bu eserde bundan bahsetmek mümkün değil. Veronika’nın sadece hayat hikayesi anlatılmıyor, 90’lı yılların başında, şanslı olarak, öyle savaşa dahil olmadan, Yugoslavya’dan ayrılan Slovenya’nın hikayesi de okuyucuyu sıkmadan anlatılmıştır. Öte yandan yazar ülkedeki din olgusuna da değinmekte.
Eserin büyük kısmı “deliler hastanesi”nde geçse de, yazar okuyucuya hayli keyifli bir hayat hikayesi sunmuştur.
Paulo Coelho’nun 213 sayfalık, “Veronika Ölmek İstiyor” adlı romanı; sosyolojik ve psikolojik gerçekler içeriyor. Anlatım tekniği akıcı, çeviri dilinin ise anlaşılır olduğunu öncelikle belirtmeliyim.
Evreni tanıma, yaşamı anlamlandırma, bireysel tatmin ve güvenlik/mutluluk/huzur arayışları insanı bazen coşkuya bazen de karamsarlığa sürükleyebilmektedir. Bilim, inanç, felsefe ve evrensel gerçeklikle barışık bir yaşam modeli oluşturmakta zorlanıyoruz.
Roman; arayışlarından, edindiklerinden tatmin olmayan, genç bir kız Veronika’nın intihara teşebbüsü ve devamında gerçekleşen olayları konu edinmektedir. İntihar teşebbüsü bir yılgınlık, çaresizlik, teslimiyet, kaçış, küskünlük, vazgeçme ve benzeri negatif nitelemeleri bünyesinde barındıran, bir karar ve davranış bozukluğudur. İntihara teşebbüs eden kişiler deli değildirler. Deliler, böyle bir plan ve kurguyu gerçekleştiremezler.
Maddi anlamda hatta duygu planında çok şeye sahip olmak; mutluluk denkleminin tek şartı değildir.
Seveni de, maddi zenginliği de ihtiyacından çok çok fazla olan kişilerin bile intihara yeltendiğini gözlemlemekteyiz. Hele şair, düşünür, yazar ve sanatçılardan intiharı tercih edenleri anlamakta zorlanıyoruz. Bir noksanlık, bir boşluk, bir eksiklik, bir negatiflik var ama bunun ne olduğunu açıklayıp, hissettirmediklerinden, yalnızca yorum ve tahmin yoluyla değerlendirmeye çalışıyoruz.
Kendi içsel dünyasını en azından bir kısmını çevresine açabilen, duygusal iletişim kurabilen, soran, sorgulayan, dayanışmaya açık, pozitif alternatifler üretebilenler; doğal yaşamla barışık, olağan bir yapıya sahiptirler. İçsel bütünlüğümüzü oluşturan değerleri; genel anlamda genetik ve çevresel etkiler şekillendirse de zihinsel anlamda nelerle beslendiğimiz; bilinç ve irademizin direksiyonunda olacaktır.
Bedensel ve ruhsal planda sağlıklı bireyler, ideal toplum modelinin sağlam temelini kuracaktır.
Olumsuzlukları gözlemlemeden, çözüm ve öneri reçetesi yazmak; mantıksız, tutarsız, geçersiz bir yaklaşım olur. Bu kitap bizlere bu alanda yaşanan sorunlar ve çözümleri açısından, dikkate değer bir kesit sunuyor.
Ölmeyi istemek ne demektir, bilir misiniz?
Bir insanın “ölmek” istemesi, neredeyse her zaman “çaresizlik” duygusu ile ilişkilendirilir; büyük bir kayıbın ardından ölmeyi istemek, açlıktan, sefaletten, terk edilmişlikten dolayı ölmeyi istemek… Halbuki “ölmeyi istemek” her zaman talihsizliğin, acının, merhametsizliğin, fakirliğin, düşmüşlüğün, yalnızlığın peşine takılıp da gelmez. Bazen ölmeyi istemek, sadece, çok basit bir şekilde artık “yaşamı” reddetmektir.
Bazen, “kendi kendisini anlamlandırmaya çalışan atomların,” bu motivasyonu kaybetmesidir ölmeyi istemek. Varolmayı, bilinç halini, düşünceleri, rutinleri, günlük alışkanlıkları, kaygıları, biyolojik ve duygusal ihtiyaçları, biyokimyasal ve elektriksel tepkimeleri, etki etmeyi, maruz kalmayı sona erdirmek, sonsuz bir atıllığın pençesine düşüp varoluş haline bir son vermek istemektir. Sağlıklı kabul edilen, “normal” diye adlandırılan, gündelik meşgalelerle dolu bir zihnin, bu isteği, hatta kimi zaman “ihtiyacı” doğru şekilde anlamasını beklemek beyhude bir uğraş olabilir; ama buna en çok yaklaşabileceğiniz deneyimlerden biridir “Veronika Ölmek İstiyor” adlı bu başyapıtı okumak… O yüzden herkesin kütüphanesinde kendisine yer bulması gerekir.
Toplumun önyargılarına göre “gerçek sorunları olmayan”, belki de “inançsız”, varlık içinde yokluk çeken, kimine göre “zayıf iradeli”, kimine ise öykünecek kadar güçlü gelen, içsel bir yangınla kavrulan, anlamaya çalıştıkça, nefes alınan ilk günden beri, istemsiz bir refleks haline gelen “varoluşun” kendiliğinden akan ritmini unutan bir ruhu, zihni anlamaya yaklaşmak isteyenler, mutlaka bu eseri okumalı.
Pek çok okurun “en sevilen yazarlar” listesinde olan “Paulo Coelho”nun kanaatimce en iyi kitabı olan bu eser, kendisine çizilen yolu anlamaya çalışırken, öğrendiği her şeyi unutan, daha derin sorguladıkça, aldığı cevapların sarsıcılığından ötürü, dünyasını temellendirdiği tüm kaideleri sarsılan okurlara “iç ferahlığına yakın” bir “zihinsel aydınlanma” vaadi sunuyor. “Sonu, başından belli” bir yolda yürümenin, neden bu sonu ilk adımda değiştirdiğini, sürekli genişleyen bir evrende, giderek uzaklaşan sınırların, aynı şeyleri düşünüp hisseden binlerce insan arasındaki mesafeyi neden hiç çoğaltmadığını; inanç, aşk, güven, tatmin, sadakat, keşif, heyecan gibi duyguların neden insanları dünyaya tabir-i caizse “çivileyen” sabitler olduğunu yeni bir yolla öğrenmek için, bu kitabı mümkünse yalnız okumak ve bitirdikten sonra üzerine uzun uzun düşünmek gerekiyor.
Teknik açıdan değerlendirmek gerekirse, modern yaşamda tıbbi açıdan tasniflendirilmiş kişilik bozukluklarını, son derece yalın ve edebi bir dille, oldukça sürükleyici bir şekilde kitabına taşıyan yazar, tecrübe ettiği (ve geçmişinde önemli bir yer tutan) pek çok zihinsel sancıyı, bazen ana karakterde, bazen yan karakterlerde, bazen ise mekan tasvirlerinde okuyucuya olabilecek en sade dille ulaştırmış. “İnsan neden intihara teşebbüs eder?” sorusunu yönelten Coelho, bu son derece rahatsız edici soruyu, hiçbir mesaj kaygısı taşımadan, kendi dilini ve sınırlarını aşan evrensel bir sevecenlikle yanıtlayarak; “insan neden intihara teşebbüs etmemeli?” izahati ile kendi sorusunu yanıtlamış.
Zihnine, kalbine, ruhuna yaşam sevinciyle dolu bir es vermek isteyenlere, o duraklama anında duru bir içgörü katacak bu başyapıtı mutlaka okumanız dileğiyle.
“Ölüm bilinci bizi daha yoğun yaşamaya yöneltir.” Sanırım 213 sayfalık bu kitabın özeti bu cümlede.
Yaşamı rutinin içerisinde anlamsızlaşan, anlam arayışında varlığını sorgulayan bir genç kadın Veronika. Başarısız bir intihar ve her dakika ölümü bekleyerek geçirilen Slovenya’da Village adlı bir deliler hastanesi. Kırılgan yaşamların kişilikleriydi bu hastanedekiler ve her biri ayrı bir hikayeydi.
Hastanenin başhekimi ve bütün kurgunun oyuncusu Dr. İdgor, eşini ve işini kaybetmiş panik atak sanrıları yaşayan Avukat Mari, gençliğin bunalımlarıyla bir arayış içindeki Eduard ve düzenli bir evlilik hayatının rutininde, geçmişin günahlarını hatırlayıp depresyon ve bunalımlardaki Zedka. Onlar mı hastaydı yoksa Village’nin dışındaki normal denen yaşamlar mı? Neydi bu normal? Delilik normalin neresinde oluşuyordu? Kim oluşturdu yaşamın normallerini?
Kitap, ilk yurt gezim (iş dolayısıyla) Slovenya’nın başkenti Ljubljana’da geçiyor olması beni içine çekti farketmeden. Ljubljana’ya indiğimde şehrin sokaklarındaki o mistik ve ortaçağ havası beni kitaba bağladı sanırım, meydandaki şair Prešeren heykelini hatırlamasamda. Belki bu sebeple sardı bu kitap beni, kişisel gelişim kitaplarına karşı olmama rağmen okuttu kendini veya Village tımarhanesinin o sıcak, yaşanır ve tüm sorunlardan uzak hali. Böyle bir tımarhanede yaşamayı ilk defa istedim, yoksa hep var mıydı içimde kendimden ve hayattan kaçmak adına. Akvaryumda balık gibi yaşamak mıydı benim özlemim, korunaklı ve seyirci şeklinde.
Dili ve okuması bu tarz sevenler için güzel gelecek ve keyifle okunacak bir kitap.
Seneler sonra bir kez daha okuduğum harika kitap. Okuyunuz.