İdealizm-realizm çatışmasının modern ve çağdaş felsefede insanı süje ya da obje olmaya zorlayarak buharlaştırdığı bir vasatta, varoluşsal boyutu ihmal edilmiş bir din anlayışı, insanın dünya üzerindeki yaşam serüvenini ve anlam arayışını dile döken anlatıları gerçek-kurgu polemiğine hapsetmiştir. Hâlbuki insan, tarih karşısında aktif ve inşa edici olmanın yanında hakikat karşısında da zihinsel ve dilsel imkânlarla anlam üretici olma yetisine sahip bir varlıktır. Bu durum insanın aynı zamanda değer üretme süreçlerinde de sanılandan çok daha aktif olduğu/olabileceği anlamına gelmektedir. Nitekim semavi dinlerin temelde ortak bir şekilde betimlediği ‘insan’ anlayışı, aslında kendi hikâyesinin yapıcısı, anlatıcısı ve anlamlandırıcısı olan bir varlığı öngörmektedir. Dolayısıyla bu konuda modernitenin ürettiği ve dikte ettiği hakikat kriterlerinin sorgulanması, anlatıların değerini ve anlamını tarihsel gerçeklik ya da olgusal doğruluğa indirgeyen yaklaşımlara karşı çıkılması açısından oldukça önemlidir. Bunun başarılması aynı zamanda dinin ifade ettiği ‘anlam’ın çoğaltılmasını, zenginleştirilmesini, derinleştirilmesini ve çok boyutlu bir hâle getirilmesini sağlayacaktır. Bu çalışma bunun gerçekleştirmesi adına mütevazı bir denemeden ibarettir.
Kitap Yorumları - (0 Yorum)