Geleneksel öğretilerde üzerinde ısrarla durulan dünyevî ve ilâhî düzlemlerin temsilcileri olarak kral-aziz yahut padişah-mürşid modelinin kökenlerini açıklayan bir kitap..
rene sonradan müslüman olan bir çok kişininde onun kitaplarıyla islamla müşerref olan bir yazar dinleri inceleyip islamı seçen rene avrupada islamafobiden dolayı rene ismini kullanmaya devam eden avrupayı yazılarıyla etkileyen bir aydın hint yarımadasını inceleyen ve önceleyen bir yazar
Eserlerinde mevcut ve geçmiş bütün dinlerden bahseden ve modern Batı medeniyetini her yönüyle tenkit süzgecinden geçiren Rene Guenon’un bu eseri, dünyayı kasıp kavuran; pozitivist düşünceyle insanı hakikat’ten uzaklaştırarak ruhsuz bir köle haline getiren modern dünyaya bir cevap teşkil eder. Guenon’a göre Batı, ‘madde’ ile ‘mana’ya bizim yaklaştığımızın tam zıttında hareket etmekte; geçici olan ‘madde’yi yüceltirken ‘mana’yı es geçen bu anlayış, toplumsal yapılaşmanın yapısına da etki etmektedir; ruhani otorite, maddi iktidarın etkisi altına girmiştir. Ancak biz biliyoruz ki; altta olan simge üstte olan simgeyi asla kuşatamayacağı gibi, maddi olan bir şey de manayı kuşatamaz. Aksine, geleneksel öğretilerde ruhani otoritenin hâkimiyeti söz konusudur. Yine Guenon’a göre Reform, Hıristiyanlığın ruhani birliğinin dağılmasının en belirgin alametidir. Eserden alıntılar şöyle:Modern dünyanın, durmaksızın artan bir hızla yol alarak bir felakete doğru sürüklendiği gerçeğidir. Günümüz şartlarında, Batı dünyası için hala selamete erme umudu varsa, bu umut, en azından kısmî olarak, geleneksel gücün varlığının korunmasında yatmaktadır. (s.11)Bu incelemenin nesnesini oluşturacak olan, mana dünyasının madde dünyasına göre üstünlüğünün ortaya konması biçimlerinden birini oluşturmaktadır.(s.12)Ebu Hanife’nin çok güzel bir sözü vardır: “Din çağlara göre değişebilir, ama Hakikat değişmez.”(dipnot-s.27)Maddi iktidarın, askerî, adlî ve idarî çeşitli biçimleriyle, eyleme bağlı olduğu açıktır. Demek ki bu güç, tüm yetkileriyle tüm olanaklarıyla ‘beşerî’ olanın sınırları içine kapatılmıştır. Ruhanî otorite, maddî iktidarın tersine, bütünüyle bilgiye dayanır. Temel fonksiyonu korumak ve yaymaktır. Alanı ise hakikat kadar sınırsız değildir. Fonksiyonları bakımından bir başka düzene ait olan kişilerle bağlantı kuramaz. Çünkü ‘beşerî’ alanın, daha genel anlamda, kelimenin etimolojik anlamıyla ‘fizik’ olan tezahürî dünyanın sınırlarını aşan, aşkın ve ‘yüce’ bilgisi buna olanak vermez.(s.36) “Eski prensler, insanların kalbindeki doğal erdemleri parlatmak için, her şeyden önce, prensliğindekileri iyi yönetmeye çalışırlardı. Prensliğindeki halkı iyi yönetmek için, her şeyden önce kendi ailelerini doğru yola yöneltirlerdi. Kendi ailelerini doğru yola yöneltmek için, her şeyden önce kendilerini mükemmelleştirmek için çalışırlardı. Kendilerini mükemmelleştirmek için, her şeyden önce kalplerindeki hareketi düzene koyarlardı. Kalplerindeki hareketi düzene koymak için, her şeyden önce iradelerini mükemmelleştirirlerdi. İradelerini mükemmelleştirmek için, her şeyden önce bilgilerini olabildiğince geliştirirlerdi. Bilgiler, olayların doğasının dikkatle incelenmesiyle mümkündür. Olayların doğası bir kez incelenirse, bilgiler en yüksek düzeylerine ulaşırlar. Bilgiler en yüksek düzeylerine ulaştığında ise, irade mükemmelleşir. İrade mükemmelleştiğinde, kalbin hareketleri düzenlenmiş olur. Kalbin hareketleri mükemmelleştiğinde, tüm insanlar kusurlarından arınır. Kendimizi düzelttiğimizde, ailede de düzeni sağlarız. Ailede düzen hakim olduğunda, prenslik iyi yönetilmiş olur. Prenslik iyi yönetildiğinde ise, tüm imparatorluk kısa bir zaman zarfında barışa kavuşur.” (Konfüçyüs)(s.40)Maddi iktidar, gerçekte, kendisininkinden üstün olan herhangi bir alan olamayacağı iddiasındadır, bu alan eylem(action) alanıdır.(s.40)Maddi iktidarın manevi otorite karşısındaki bağımlılığı hükümdarlığın kutsanışı konusunda kendini göstermektedir. Bu kişiler ruhanilerden fonksiyonlarını düzenli olarak yerine getirebilmek için gerekli olan bir ‘manevi tesir’ intikalini de içeren ünvanı ve takdisi alamadıkları takdirde hiçbir surette ‘meşrulaşamazlar.’(s.60)Manevi otorite, her zaman için maddi iktidarı kontrol edebilir ve etmelidir, ama bunun yanında hiçbir şey tarafından ya da en azından hiçbir dış olgu tarafından kontrol edilemez.(s.77)Maddiyata gömüldüğümüz ölçüde istikrarsızlık da artar, değişimler git gide çok daha hızlı gerçekleşir.(s.84)Metafizik bilgi özü bakımından akıl üstüdür, çünkü aynı zamanda insanüstüdür.(s.93)Maddi iktidar, eylem(aksiyon) ve değişim dünyasına aittir.(s.104)İnsanlık ‘dünyevî cennet’ten hiç bugünkü kadar uzaklaşmamıştır. Ama buna rağmen bir çevrimin sonu bir başkasının başlangıcıyla çakışır.(s.106)Hiç şüphe yok ki, bugün, düzensizliğin tüm alanlar içinde bugüne kadar olmadığı kadar ileriye taşındığı Batı dünyası içinde de er ya da geç ve belki bizim tahminimizden çok daha erken bir vakitte aynı durum vuku bulacaktır.(s.107) Şubilgiyi de eklemek isterim:Gelenekselci ekolün, 20.yüzyılın başlarından itibaren özellikle çeşitli İslam tarikatları aracılığıyla Müslüman olmuş Batılı düşünürler tarafından ortaya çıktığını ve daha sonra İslam dünyasında yankı bulduğunu söylemek mümkündür. Öncülüğünü R. Guenon’un (Abdulvahid Yahya) yaptığı bu ekolün İslam dünyasında en çok tanınan yazarı ise S. Hüseyin Nasr’dır. Ekol, dinlerin özünde bulunan ‘Ezeli Hikmet’in evrensel bir gelenek olarak bütün dinlerde sürekli var olduğunu ve yaşadığını ileri sürerek modern dönemde unutulan ya da göz ardı edilen bu ‘Gelenek’e dönmeyi, insanlığın günümüzdeki sorunlarını çözecek tek çare olarak önermektedir. Bu bakımdan ekolün mensupları arasında başka dinlerden bazı düşünürler de bulunmaktadır. (İslam’a Giriş/Evrensel Mesajlar, s.591,600)Abdülvâhid Yahya’ya göre Doğu ile Batı arasındaki en esaslı fark, Hint ve Çin’de ‘Anane’nin zahir ve batınıyla bir bütün olarak bilhassa batını temsil eden tasavvufun İslâm ülkelerinde mürşidler vasıtasıyla hâlâ canlı bir doktrin şeklinde mevcut olmasıdır. Gerçi Batılılaşma Doğu’nun da büyük ölçüde çehresini değiştirmiş ve hâlâ değiştirmekte ise de her şeye rağmen Doğu kendi ananesini devam ettirmektedir. Batı, rönesans ve reform ile birlikte diğer medeniyetlerden farklı, tamamen maddî gelişmeleri esas alan dünyevî ilim ve bilgi üzerine dayanan bir medeniyet kurmuş, ilâhî ve manevî prensiplerden uzaklaşmıştır. (İslam Ansk.1/281)
bildiğimiz guenon. dünyevilik ve uhrevilik arasındaki ayrımı ve bunların hayattaki rol paylaşımını yerli yerince yapmaya çalışan metinler var. kısa bir kitap. çünkü islamda ve diğer sistemlerde iktidar sembollerinin yeniden uzun uzun çözümlenecek bir tarafı yok. o da bu sebepten ayrımı, kontrastı biraz daha belirginleştirmeye çalışıyor, o kadar.
Kitap Yorumları - (3 Yorum)
rene sonradan müslüman olan bir çok kişininde onun kitaplarıyla islamla müşerref olan bir yazar dinleri inceleyip islamı seçen rene avrupada islamafobiden dolayı rene ismini kullanmaya devam eden avrupayı yazılarıyla etkileyen bir aydın hint yarımadasını inceleyen ve önceleyen bir yazar
Eserlerinde mevcut ve geçmiş bütün dinlerden bahseden ve modern Batı medeniyetini her yönüyle tenkit süzgecinden geçiren Rene Guenon’un bu eseri, dünyayı kasıp kavuran; pozitivist düşünceyle insanı hakikat’ten uzaklaştırarak ruhsuz bir köle haline getiren modern dünyaya bir cevap teşkil eder. Guenon’a göre Batı, ‘madde’ ile ‘mana’ya bizim yaklaştığımızın tam zıttında hareket etmekte; geçici olan ‘madde’yi yüceltirken ‘mana’yı es geçen bu anlayış, toplumsal yapılaşmanın yapısına da etki etmektedir; ruhani otorite, maddi iktidarın etkisi altına girmiştir. Ancak biz biliyoruz ki; altta olan simge üstte olan simgeyi asla kuşatamayacağı gibi, maddi olan bir şey de manayı kuşatamaz. Aksine, geleneksel öğretilerde ruhani otoritenin hâkimiyeti söz konusudur. Yine Guenon’a göre Reform, Hıristiyanlığın ruhani birliğinin dağılmasının en belirgin alametidir. Eserden alıntılar şöyle:Modern dünyanın, durmaksızın artan bir hızla yol alarak bir felakete doğru sürüklendiği gerçeğidir. Günümüz şartlarında, Batı dünyası için hala selamete erme umudu varsa, bu umut, en azından kısmî olarak, geleneksel gücün varlığının korunmasında yatmaktadır. (s.11)Bu incelemenin nesnesini oluşturacak olan, mana dünyasının madde dünyasına göre üstünlüğünün ortaya konması biçimlerinden birini oluşturmaktadır.(s.12)Ebu Hanife’nin çok güzel bir sözü vardır: “Din çağlara göre değişebilir, ama Hakikat değişmez.”(dipnot-s.27)Maddi iktidarın, askerî, adlî ve idarî çeşitli biçimleriyle, eyleme bağlı olduğu açıktır. Demek ki bu güç, tüm yetkileriyle tüm olanaklarıyla ‘beşerî’ olanın sınırları içine kapatılmıştır. Ruhanî otorite, maddî iktidarın tersine, bütünüyle bilgiye dayanır. Temel fonksiyonu korumak ve yaymaktır. Alanı ise hakikat kadar sınırsız değildir. Fonksiyonları bakımından bir başka düzene ait olan kişilerle bağlantı kuramaz. Çünkü ‘beşerî’ alanın, daha genel anlamda, kelimenin etimolojik anlamıyla ‘fizik’ olan tezahürî dünyanın sınırlarını aşan, aşkın ve ‘yüce’ bilgisi buna olanak vermez.(s.36) “Eski prensler, insanların kalbindeki doğal erdemleri parlatmak için, her şeyden önce, prensliğindekileri iyi yönetmeye çalışırlardı. Prensliğindeki halkı iyi yönetmek için, her şeyden önce kendi ailelerini doğru yola yöneltirlerdi. Kendi ailelerini doğru yola yöneltmek için, her şeyden önce kendilerini mükemmelleştirmek için çalışırlardı. Kendilerini mükemmelleştirmek için, her şeyden önce kalplerindeki hareketi düzene koyarlardı. Kalplerindeki hareketi düzene koymak için, her şeyden önce iradelerini mükemmelleştirirlerdi. İradelerini mükemmelleştirmek için, her şeyden önce bilgilerini olabildiğince geliştirirlerdi. Bilgiler, olayların doğasının dikkatle incelenmesiyle mümkündür. Olayların doğası bir kez incelenirse, bilgiler en yüksek düzeylerine ulaşırlar. Bilgiler en yüksek düzeylerine ulaştığında ise, irade mükemmelleşir. İrade mükemmelleştiğinde, kalbin hareketleri düzenlenmiş olur. Kalbin hareketleri mükemmelleştiğinde, tüm insanlar kusurlarından arınır. Kendimizi düzelttiğimizde, ailede de düzeni sağlarız. Ailede düzen hakim olduğunda, prenslik iyi yönetilmiş olur. Prenslik iyi yönetildiğinde ise, tüm imparatorluk kısa bir zaman zarfında barışa kavuşur.” (Konfüçyüs)(s.40)Maddi iktidar, gerçekte, kendisininkinden üstün olan herhangi bir alan olamayacağı iddiasındadır, bu alan eylem(action) alanıdır.(s.40)Maddi iktidarın manevi otorite karşısındaki bağımlılığı hükümdarlığın kutsanışı konusunda kendini göstermektedir. Bu kişiler ruhanilerden fonksiyonlarını düzenli olarak yerine getirebilmek için gerekli olan bir ‘manevi tesir’ intikalini de içeren ünvanı ve takdisi alamadıkları takdirde hiçbir surette ‘meşrulaşamazlar.’(s.60)Manevi otorite, her zaman için maddi iktidarı kontrol edebilir ve etmelidir, ama bunun yanında hiçbir şey tarafından ya da en azından hiçbir dış olgu tarafından kontrol edilemez.(s.77)Maddiyata gömüldüğümüz ölçüde istikrarsızlık da artar, değişimler git gide çok daha hızlı gerçekleşir.(s.84)Metafizik bilgi özü bakımından akıl üstüdür, çünkü aynı zamanda insanüstüdür.(s.93)Maddi iktidar, eylem(aksiyon) ve değişim dünyasına aittir.(s.104)İnsanlık ‘dünyevî cennet’ten hiç bugünkü kadar uzaklaşmamıştır. Ama buna rağmen bir çevrimin sonu bir başkasının başlangıcıyla çakışır.(s.106)Hiç şüphe yok ki, bugün, düzensizliğin tüm alanlar içinde bugüne kadar olmadığı kadar ileriye taşındığı Batı dünyası içinde de er ya da geç ve belki bizim tahminimizden çok daha erken bir vakitte aynı durum vuku bulacaktır.(s.107) Şubilgiyi de eklemek isterim:Gelenekselci ekolün, 20.yüzyılın başlarından itibaren özellikle çeşitli İslam tarikatları aracılığıyla Müslüman olmuş Batılı düşünürler tarafından ortaya çıktığını ve daha sonra İslam dünyasında yankı bulduğunu söylemek mümkündür. Öncülüğünü R. Guenon’un (Abdulvahid Yahya) yaptığı bu ekolün İslam dünyasında en çok tanınan yazarı ise S. Hüseyin Nasr’dır. Ekol, dinlerin özünde bulunan ‘Ezeli Hikmet’in evrensel bir gelenek olarak bütün dinlerde sürekli var olduğunu ve yaşadığını ileri sürerek modern dönemde unutulan ya da göz ardı edilen bu ‘Gelenek’e dönmeyi, insanlığın günümüzdeki sorunlarını çözecek tek çare olarak önermektedir. Bu bakımdan ekolün mensupları arasında başka dinlerden bazı düşünürler de bulunmaktadır. (İslam’a Giriş/Evrensel Mesajlar, s.591,600)Abdülvâhid Yahya’ya göre Doğu ile Batı arasındaki en esaslı fark, Hint ve Çin’de ‘Anane’nin zahir ve batınıyla bir bütün olarak bilhassa batını temsil eden tasavvufun İslâm ülkelerinde mürşidler vasıtasıyla hâlâ canlı bir doktrin şeklinde mevcut olmasıdır. Gerçi Batılılaşma Doğu’nun da büyük ölçüde çehresini değiştirmiş ve hâlâ değiştirmekte ise de her şeye rağmen Doğu kendi ananesini devam ettirmektedir. Batı, rönesans ve reform ile birlikte diğer medeniyetlerden farklı, tamamen maddî gelişmeleri esas alan dünyevî ilim ve bilgi üzerine dayanan bir medeniyet kurmuş, ilâhî ve manevî prensiplerden uzaklaşmıştır. (İslam Ansk.1/281)
bildiğimiz guenon. dünyevilik ve uhrevilik arasındaki ayrımı ve bunların hayattaki rol paylaşımını yerli yerince yapmaya çalışan metinler var. kısa bir kitap. çünkü islamda ve diğer sistemlerde iktidar sembollerinin yeniden uzun uzun çözümlenecek bir tarafı yok. o da bu sebepten ayrımı, kontrastı biraz daha belirginleştirmeye çalışıyor, o kadar.